Sosyal Fobi Ve Çocuk / Psikolojik Sorunlar
Çocukların aşırı derecede sıkılgan, utangaç, içine kapanık, endişeli olduğunu, hep birşeylerin yanlış gideceğinden korktuğunu söyleyen (çocuklarda sosyal fobi) ve bu konuda bizden yardım isteyen anne babaların sayısı az değildir. İletişim araçlarının hızla geliştiği bir çağda anne babalardan çocuklarında sosyal fobiye yönelik bu tip şikayetleri duymak oldukça düşündürücüdür.
Bilgisayar ve uydu anteni en mütevazı köy evine dahi girmiş durumda. Saniyeler içinde bir tuşla dünyanın öbür ucundaki bir insanla hem de görüntülü olarak sohbet etmek artık zor değil.
Bilgiye ulaşmanın böylesine kolaylaşması büyükler açısından faydalı olabilir, ancak çocuklar için aynı şeyi söyleyemeyiz. Aile eğitiminden, anne baba ilgisinden mahrum çocukların bu kadar yoğun bilgi bombardımanı altında kalmaları gelişim psikolojisi açısından çok tehlikelidir. Gazete, dergi, televizyon, bilgisayar gibi iletişim araçlarıyla başbaşa bırakılan çocuklar, yeterli zihin olgunluğuna ulaşmadıkları için, aldıkları bilgiyi yorumlama, sebep-sonuç ilişkisi kurma, zararlıyı zararsızdan ayırma yeteneğine sahip değildir. Aldığı bilgilerin pek çoğunu anlayamadığından, ne işe yaradığını, nerede ve ne zaman kullanacağını bilemediğinden aklı çözümsüz kalan bir sürü problemle dolacak ve zihin bulanıklığı yaşayacaktır. İletişim araçları, çocuğa uygun programlar seçildiğinde, çocukla birlikte izlendiğinde ve gerekli yerlerde açıklamalar yapıldığında ancak faydalı olabilir.
AİLE VE OKUL EğİTİMİNİN ÖNEMİ
Amerika'da ?host family' (yabancı misafir kabul eden aile) uygulaması çok yaygındır. Yabancı öğrenciler ve araştırma görevlileri üniversitelerin ilan pan olarına bakarak hafta sonunu yanında geçirecekleri bir aile seçerler. Telefon edip randevu alırlar. İlan ,bir tanıtımı yer alır. Bu panoda ailenin kaç çocuğu vardır, çocukların yaşları ve cinsiyetleri, baba ne iş yapar, anne ne iş yapar, aile nelerden hoşlanır gibi detaylı bilgiler bulmanız mümkün. Ben de böyle bir aileye hafta sonu misafir olmuştum. Gittiğim günün akşamı dört yaşındaki kızları için bir doğum günü partisi vereceklermiş. Evin mutfağında hummalı bir çalışma vardı. Baba, küçük kızına dönerek, ?Marşa, misafirimiz sıkılmışa benziyor, ona evi ve çevreyi gezdirir misin?? dedi. Kız, bana bakıp tebessüm ederek, ?Yes sir, wiş pleasure? (Peki efendim, memnuniyetle) dedi. Elini bana uzattı, ?Come on Mr. Ali, let's start from şe first floor,? (Gel Ali bey, önce birinci kattan başlayalım) dedi.
Amerikalı çocuklar, büyüklere amca, dayı, teyze, abla gibi akrabalık ifade eden kelimelerle hitap etmiyorlar. Bu kelimeleri sadece öz akrabaları için kullanıyorlar. Çocuk, yatak odaları dahil, üç katlı evin tamamını gezdirdi, açıklamalar yaptı. Sonra bahçeye indik. Karşımda sanki çocuk değil, yetişkin bir insan vardı. Komşu evleri tek tek eliyle işaret ediyor, ailelerin özelliklerinden bahsediyordu: ?Şu evin sahibi bahçesine çok önem verir. Çimlere zararları dokunur korkusuyla çocukların bahçede gezmelerine izin vermez. Evin hanımı kocası gibi değildir, çok iyi kalplidir.? Bu arada kendisinden bahsetmeyi de ihmal etmiyordu. Ana okuluna gidiyormuş. Müziği çok seviyormuş. Şakacı, iyi bir müzik öğretmenleri varmış. Renkli oyun hamuruyla heykel yapmayı pek sevmezmiş. Resmi de iyi sayılmazmış, ama elinden geleni yapmaya çalışıyormuş.
Çocuğu çok sevmiştim. İçimden sarılıp öpmek geliyordu, ama yabancıların çocuk öpmesi pek hoş karşılanmadığı için buna cesaret edemedim. Bahçede dolaşırken, ?Marşa? dedim, ?seni omuzuma alabilir miyim?? Güldü. ?Bilmem,? dedi, ?buna pek alışık değilim, ama hoşuma gider sanırım.? Omuzuma aldım. ?Ooo, buradan herşey daha güzel görünüyor!? dedi ve ekledi: ?Sen iyi bir insana benziyorsun, senden hoşlandım, istediğin zaman çekinmeden bize gelebilirsin.?
Marşa'yı dinlerken aynı yaştaki Türk çocukları aklıma geldi. Aynı zekaya sahip oldukları halde maalesef aynı öz güvene ve aynı bağımsız kişiliğe sahip değiller. O yaştaki bir çocuğumuza ismini sorsanız, zor cevap alırsınız. Büyüklerle sohbet edecek cesarete ve sosyal beceriye sahip çocuk sayısı çok azdır. Peki, aradaki fark nedir? Amerikalı çocuklar bizim çocuklarımızdan daha mı zeki, daha mı yetenekli? Elbette hayır. Fark, aile ve okul eğitiminde.
Amerika'da ve Avrupa ülkelerinde uygulanan aile ve okul eğitiminde çocuk adam yerine konur. Duygularını serbestçe ifade etmesine fırsat verilir. Monolog değil, diyalog geçerlidir. Çocuklar da en az büyükler kadar konuşma ve cevap verme hakkına sahiptir. Bizde büyükler konuşur, küçükler dinler. Küçüklerin cevap vermeleri ayıp sayılır. Okulda da durum bundan farklı değildir; öğretmen anlatır, çocuklar dinler. Bolca ev ödevi ve ezber verilir. Çocuklar kitaptan soğutulur. Anne babalar çocuğun zeka çeşidine, yeteneklerine, elinden geleni yapıp yapmadığına dikkat etmeksizin her derste başarılı olmasını bekler. Okul başarısı herşeyden önemlidir. Zayıf aldığı an gözden düşer. Çocuklar zayıf almaktan ve yanlış yapmaktan korkar. Sınava iyi hazırlandığı ve çok çalıştığı halde kendine güveni yoktur, aklının bir köşesinde soruları bilememe ve zayıf alma korkusu vardır. Çünkü ailesinin beklediği notu alamadığında suçlanacak, aptal yerine konacak, sevilmeyecek, ?Filancanın çocuğu iyi aldı, sen neden alamadın, çünkü yeterince çalışmadın? denilecek, azar işitecektir.
Onlar adına hep biz düşündüğümüz, onun adına biz karar verdiğimiz, sıkı bir koruma ve takip altına aldığımıaz için çocuklarımız ?bağımlı bir kişilik' kazanıyorlar. Bağımlı kişilikte çocuk kendi başına karar veremez, denemekten ve başarısız duruma düşmekten korkar. Karşılaştığı bir problemi sizin yardımınız olmadan çözemez. Marşa örneğinde, baba sadece ?Evi ve çevreyi gezdir? dedi, başka bir açıklamaya gerek duymadı. Çocuk kendisini anlatırken, ?Müzikte iyiyim, ama resimde o kadar iyi değilim, renkli hamur çalışmalarını sevmiyorum? dedi. Zayıf ve kuvvetli yönlerinin farkındaydı. Çekinmeden, ?Ben buyum? diyordu.
Bir konferansımda Marşa örneğini verirken bir dinleyici kalktı: ?Sen? dedi, ?düpedüz Amerikan propagandası yapıyorsun. Gerçek Amerika senin anlattığın gibi değil. gençliği alkol, uyuşturucu ve fuhuş bataklığında. Yaşlılar huzur evlerinde ölüme terkedilmiş. Aile mahremiyeti ve sadakati yok. Bunları neden anlatmıyorsun?? Güldüm. ?Haklısınız? dedim, ?bu da bir yaklaşım tarzı. Siz negatiflerini, ben pozitiflerini görüyorum. Siz bardağın yarısı boş diyorsunuz, ben yarısı dolu diyorum. İyilerini alalım, kötüleri onlara kalsın.?
EğİTİMDE TENKİTÇİ VE SUÇLAYICI YAKLAŞIM
Çoğu ailelerde mükemmellik saplantısı vardır. Kendileri mükemmel olmadıkları halde çocuklarının her konuda mükemmel olmasını isterler. Eğitirken suçlayıcı ve korkutucu bir yaklaşım içindedirler: ?Koşma, düşersin. Kazağını giy, üşürsün. Çalışmazsan sınıfta kalırsın. Zayıf alırsan seni sevmem. Bir daha küfredersen ağzına biber sürerim. Çişini haber vermezsen pipini yakarım.? Böylesine korkuya ve olumsuzluğa dayalı bir eğitimde çocukların korkak, endişeli ve kendilerine güvensiz olmaları gayet normaldir.
Bebekler ilk aylarda tanıdık-yabancı ayırımı yapmazlar. Bir yaşından sonra yabancıları tanıdıklardan ayırmaya başlar, yabancıların kucağına gitmek istemezler. Çocukların dört-beş yaşına kadar kendilerinden büyük çocuklarla ve yabancılarla ilk tanışmada iletişime girmek istememeleri, çekingenlik ve utangaçlık göstermeleri normaldir. Bazı çocuklar daha sıcakkanlı, daha sosyaldirler. İlk tanışmada bile yabancılarla rahatça diyaloga girebilirler. Anne babaları utangaç ve çekingen olan çocukların da içe dönük, çekingen olmaları muhtemeldir. Çekingen, içe dönük çocukları oyun parkında daha kolay teşhis edebilirsiniz. Bir kenarda durur, oynayan çocukların içine karışmaz, salıncak veya kaydırakta sıraya girmezler. Salıncağa ve kaydırağa alışmaları kolay olmaz. Salıncağa binmekten ve kaymaktan korkarlar.
DUYGULARI BASTIRILAN ÇOCUKLAR
Ailede adam yerine konmayan, korku ve dayakla sindirilen, yanlış yaptıklarında alaya alınan, duygularını rahatça ifade etmelerine fırsat verilmeyen, başarıdan çok başarısızlıkları üzerinde durulan çocuklarda sosyal fobiye çok sık rastlıyoruz. Kişiliklerine sinen bu korku ve yanlış yapma ve işlerin ters gideceği endişesi kendileriyle birlikte büyümekte, yetişkin insan olduklarında da devam etmektedir.
Üniversitede okuyan bir delikanlı anlatıyor: ?Urfa'nın bir köyünde, kalabalık bir ailede büyüdüm. Sekiz kardeştik. Ben sondan üçüncü çocuktum. Köyün zengini sayılırdık; koyun sürülerimiz ve tarlalarımız vardı. Babama ?Bekir Ağa' derlerdi. Çok sert bir adamdı. Irgatlar, çobanlar ondan çok korkarlardı. Annem ve biz de çok korkardık babamdan. En ufak bir yaramazlığımızda basardı dayağı. Onun yanında ağzımızı açıp bir kelime söyleyemezdik. Büyük konuşurken küçüğün cevap vermesi ve lafa karışması saygısızlık sayılırdı. Sadece babamdan ve annemden değil, ağabeylerimden de çok dayak yedim. Babam evde olmadığı zaman büyük ağabeyim otoriteyi eline alırdı. İki ağabeyim ve ablam, evli oldukları halde, babamın yanında çocuklarını sevemezlerdi. Büyüklerin yanında çocuk sevmek ayıp sayılırdı.
?Okula başladığım zaman da suskunluğum devam etti. Öğretmenden de çok korkardım. Şu anda üniversiteye gidiyorum, aynı suskunluk ve çekingenlik devam ediyor. Hocalar birşey sorduğunda ağzımı açıp cevap veremiyorum. Yanlış şeyler söylemekten, alaya alınmaktan korkuyorum. Yüzüm kızarıyor, başım dönüyor, ağzım kuruyor, bildiğim şeye de cevap veremiyorum. Beni döven, bir kere olsun sevgisini göstermeyen bir ağanın oğlu olacağıma, başımı okşayan bir çobanın oğlu olsaydım...?
Burada problem ailenin çok çocuklu olması değil, çocuk eğitiminde takınılan tavırdır. Aşırı baskı, adam yerine konmama, dayakla sindirme sonucu ortaya özgüvenden yoksun, silik kişilikli bir çocuk çıkmıştır.
Yüksek mevki ve makam sahibi oldukları halde çocuklarına yeterli zaman ayırmayan, onların ruh sağlığı için gerekli olan sevgiyi, ilgiyi, şefkati ve yakınlığı gösteremeyen anne babaların çocuklarında da sosyal fobiye sık rastlanmaktadır. Lise son sınıfta, üniversite sınavlarına hazırlanan, ancak deneme sınavlarında bir türlü yeterli puana ulaşamayan bir gencin babası bize soruyordu: ?Benim çocuğum nasıl başarısız olur? Özel okula gönderiyorum. Her ihtiyacını karşılıyorum. Geri zekalı bir çocuk değil. Öğretmenleri, ?İyi bir çocuk, efendi, terbiyeli; ama kendisini derse veremiyor, yeterince çalışmıyor' diyorlar. Kendisine soruyorum, ?Problemin ne ise söyle, yardımcı olayım' diyorum; susuyor, cevap vermiyor. Yaptığımız bunca masraf, bunca emek boşa mı gidecek? Olamaz, bunu kabul edemem!?
Gençle konuştuğumuzda mesele anlaşıldı, ancak bunu babaya anlatmak çok zor oldu. Baba, büyük bir şirkette pazarlama müdürü. Anne bir bankada bölüm şefi. Genç, ailenin tek çocuğu, aynı mahallede oturan anneannesinin yanında büyümüş. Ancak hafta sonlarında anne ve babasıyla beraber olabiliyormuş. Anne baba çocuğun yanında çok sık tartışıyor, birbirlerine kırıcı sözler sarf ediyorlarmış. Baba, birkaç defa eşini boşamakla tehdit etmiş. Çocuk anne ve babasının ayrılacaklarından, kendisinin ortada kalacağından korkuyormuş.
Kavgalı, geçimsiz ve uyumsuz anne babaların çocuklarında güven duygusu gelişmez. Birbirlerine sevgi ve saygı gösteremeyen eşler çocuklarına da yeterli sevgi gösteremezler. Böyle bir ailede yetişen çocuklar, büyüdüklerinde ve anne baba olduklarında kendi çocuklarına da gerekli sevgiyi ve şefkati veremezler. Neden? Çünkü sevgi, şefkat ve saygı ancak mutlu bir ailede yaşanarak öğrenilir, sonradan kazanılması çok zordur.
GEÇİCİ KORKU VE ENDİŞELER
Her insan yabancı biriyle tanışırken, yüksek makam sahibi birinin yanına çıkarken, yeni bir işe başlarken heyecanlanır, korku duyar. Bu, normal ve geçici bir korkudur; sosyal fobi ile karıştırmamak gerekir. Yeni doğan bir bebekte geçici korkular daha yaygındır. Herşeyin yolunda gittiği sıcak ana rahminden çıkmıştır. Anneye bağımlılığı devam etmektedir, annesiz yaşayamaz. Annesini yanında göremediği zaman korkuya kapılır, ağlar. Bebek için gördüğü şey ?var,' görmediği şey ?yok'tur. Annesini yanında görmeyince onu ?yok' sayar ve büyük bir korkuya kapılır. Annesini yanında görünce sakinleşir,
Doğumdan üç yaşına kadar anne-bebek beraberliği çok önemlidir. Bu beraberliğin çeşitli sebeplerle bozulması hâlinde çocukta güven duygusu gelişmemekte, buna paralel olarak içe dönük, endişeli, korkak bir kişilik kazanmaktadır.
Çocuklarda beş yaşına kadar ?ayrılma endişesi bozukluğu' adını verdiğimiz korkuya çok sık rastlamaktayız. Anneye aşırı düşkünlük, okula gitmede isteksizlik, annesine yapışıp bırakmama ve her yere onunla gitme isteği, baş ve karın ağrısı gibi fiziksel rahatsızlıklar ayrılma korkusunun tipik belirtileridir. Çalışan, uzun süre hasta yattığı için çocuğu ile ilgilenemeyen, eşi tarafından dövülen ve boşanmakla tehdit edilen annelerin çocuklarında ayrılma endişesi bozukluğuna sık rastlanmaktadır. Çocuklarında bu tür endişe belirtileri gören anneler onlara daha çok zaman ayırmalı, sevgilerini belli etmeli ve şefkat göstermelidir.
Çisem İlhan
Okunma Sayısı: 5768 / Yorum Sayısı: 1
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?