Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır: Hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.
Ara

Mutlu Musun? / Psikolojik Sorunlar

Mutlu Musun?

Boğazımda beni paçavraya çevireceğini çok iyi bildiğim bir soğuk algınlığının habercisi bir ağrıyla uyandım uykumdan.
Salondaki kaloriferlerden biri gene çalışmıyordu ve dışarıda yağmur yağıyordu.
Evin her tarafında oyuncaklar, bir gece öncenin dağınıklığı vardı. Çocuktan sonra kendine göre dağınık bir düzen kazanmış olan eve baktığımda daha çok ağrımaya başladı boğazım. Üşüdüm. Gazeteleri aldım, Bayan Erdoğan'a hediye edilen pırlanta gerdanlığın tartışması sürüyor...
İade mi edilsin, rüşvet mi, hediye mi, soru sorulmasın mı, ederi gerçekten 30 bin dolar mı?...
Ev ilanlarına baktım sonra.
Emirgan'da deniz manzaralı diyor, kirası da fena değil. Aradım. "Eh, biraz bakım istiyor tabi, salonun köşesinden deniz görünüyor elbette" dedi telefondaki adam. "Sandalyeye çıkmadan görebiliyor musunuz gerçekten?" diye sormak istedim ama vazgeçtim.
Ev halkı uyandı.
Mutfakta ampul ışığının altında kahvaltıya oturduk. Kızım mızmızlanmaya başladı. "Ye çabuk yumurtanı" diye gürledim. Çenesi buruştu, güzel zeytin gözlerinden yaşlar fışkırdı ve yumurtayı masaya attı, kaşığı da kafama...
Annem "Sakın bağırma lütfen" diye müdahale etti, "Gel kızım" diyerek kahvaltı sofrasından alıverdi torununu. "Yapma böyle" dedim anneme. "Disiplinimi alt üst ediyorsun, şımarık bir şey olacak senin yüzünden" Annem hiç umursamadan "Ben yokken sen ne istiyorsan yap, ben buradayken bu çocuğu azarlamayacaksın" dedi ve mutfağı terk etti.
Ben zaten yumurta yiyemediğim için masaya fırlatacak bir şey bulamadım. Yine zayıflamaya çalışıyorum çünkü... Önümdeki maydanoz, nane, domates üçlüsüne baktım...
İki dakika sonra kızım anneannesinin kucağında geldi. Boynuna annemin inci kolyesini takmış, yüzünü yıkamış, "Anne öbüy diledim, yımırta yicek lal" dedi burnunu ve içini çeke çeke...
Dünyanın en, en, en güzel yaratığı bana gülüyordu. Onu ağlatmış olmanın büyük suçluluk duygusuyla sarıldım kızıma. O az önceki fırtınayı unutmuştu bile.
O sütünü içip yumurtasını yerken ben de ona tamamen özgün (uyduruk) bir masal anlattım.
Sonra babayı uyandırmaya gittik ve ben hazırlanıp evden çıktım.
Arabamın yanına gittiğimde sokağımızın bir kaç ehliyet sahibinin gece park yeri bulamadıklarından kendilerine yer açmak için tüm çöp konteynerlerini benim arabamın etrafına dizmiş olduklarını gördüm. Ayağımda topuklu ayakkabılarım, üzerimde öğleden sonra katılacağım TV programı için giydiğim kadife ceketle çöp konteynerlerini çekmeye başladım. Nasıl da ağırdılar... Yağmur beni sıçana çevirirken biri yardıma geldi ama biyonik bayan topuk her zamanki gibi müşiş bir sabırla, yanaklarını ısıra ısıra hepsini kenara çekmeyi başarmıştı bile....
Arabaya bindim... Donuyordum...
Birden aklıma durup dururken gece okuduğum kitaptan bir satir geldi.
Büyükada yemekleri diye bir kitap...
Daha önce de söz etmiştim...
Yemek kitabını insan roman okur gibi okur mu? Bu kitabı okuyorsunuz işte. Kitabın sonlarında bir yerde kitabın yazarının dayısı kitabın baş kahramanı olan babası için bir yazı yazmış...
"Çocukken beni bisikletle ya da Büyükada'da eşşekle dolaştırır, arada durup mutlu musun diye sorardı. Sanırım kendisinin kimsesiz büyümesiyle yakın bir ilintisi vardı bu sorusunun".
İşte bu cümle geldi birden aklıma...
Ve ben boğazımda bir ağrı, yağmurdan ıslanmış üstüm başımla ve çok üşüyerek yıllar yıllar önce çocuğuna mutlu musun diye soran bir babanın arkasından ağlamaya başladım...
Mutlu musun?
Babam sormuştu geçen yıl...
Annem soruyor sıklıkla...
Ben soruyorum birilerine her röportajımda...
Mutlu musunuz?
Siz mutlu musunuz?
Yolunda mı her şey?... Her şey...
Anne, baba siz mutlu musunuz peki?

İclal Aydın-Vatan Gazetesi

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...