Kaptanın ustalığı deniz durgunken anlaşılmaz.
Ara

'CUMHURBABA'nın (Süleyman Demirel'in) Beden Dili / Psikolojik Sorunlar

'CUMHURBABA'nın (Süleyman Demirel'in) Beden Dili

1. GİRİŞ
Eski Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, her gün yerli veya yabancı pek çok ziyaretçiyi huzuruna kabul eder... Sayın Demirel'in gerek başbakan olduğu zamanlarda, gerekse ana muhalefet partisi lideri olduğu dönemlerde ve hatta siyasi yasaklı olarak Güniz Sokak'ta bir evde 4 duvar arasına sıkışıp kaldığı süre içerisinde, Türkiye'nin ve dünyanın her tarafından ziyaretçileri gelip onunla birlikte olmuşlardır.
Bütün herkesi kucaklama bağlamında konuya bakacak olursak, Çoban Sülü anlatımıyla özdeşleşen, Baba anlatımıyla bütünleşen ve Bir Bilen olarak bilge kişiliğini her zaman koruyan Cumhurbaşkanı Demirel; yalnızca kendisinin bir parçası haline gelen şapkası, hareketleri ve sözleriyle değil, ayrıca bütün bunları tamamlayan ve kendisiyle tam bir uyum içerisinde olan, doğaçlama beden diliyle de, kendisini her gözleyene, her izleyene inceden inceye anlam yüklü mesajlar vermektedir.
Eğer O; ?Nassınız?' diye sorup, bunun yanıtını da kendisi ?Eyisssiniz, eyisssiniz!..' diyerek veriyorsa, ?Böyyyük Türkiye' sevdasını, ?Çankaya Hükümeti' söylemini, ?Tapulu mülkümde gecekondu kondurtmam' ve ?Gap'ı gaptırmamm' anlatımlarını artık bütünüyle kendisiyle birlikte belleklere işliyorsa (çıpalıyorsa) ve hatta yalnızca ?binaenaleyh...' kelimesi ile bile Cumhurbaba'lığını akıllarda çağrıştırabiliyorsa, Sayın Demirel'in kullandığı (hem doğaçlama hem de sonradan kazanılmış olan) beden dilinin, derinlemesine incelenmesinde elbette sayısız yararlar vardır. Eğer biz bu incelemeyi yapacak olursak; hem devletin az sayıdaki bilgelerinden birisi olan Demirel'in ne dediğini, hem ne demek isteyip de söylemediğini, hem de herhangi bir durumla karşılaştığı zaman, vücudunun nasıl bir tepki sergilediğini kolaylıkla anlayabilir ve zihninden neler geçtiğini çıkarabiliriz.
Bir polisin bakışı ve gözlemleri ile Sayın Demirel'in beden dilinin incelenmesi ve yorumlanması kanımızca gereklidir. Çünkü, ancak böylesine yapılan incelemelerin fişeklemesi / ateşlemesi / tetiklemesi sonucunda ?beyin fırtınası' çalışmalarının yolunun aralanması söz konusu olacaktır. Bu ise, Emniyet birliklerinin psikolojik harekat bağlamında, hem daha yoğunluklu olarak bu ve benzeri konuların üzerine eğilmesini, hem de yaptığı inceleme ve değerlendirmeleri kurum içerisindeki bütün diğer birimlerle paylaşmasını beraberinde getirecektir. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinde bir sosyal bilim disiplini şeklinde olan ve bütünüyle özerk olarak incelemelerde bulunan beden dili alanı, batılı bilim adamlarınca etkin ve verimli bir biçimde kullanılmakta ve sunduğu veriler çerçevesinde yabancı devlet adamlarının ve ilişki kurulan devletlerin değerlendirilmeleri / kritiğe tabi tutulmaları yapılmaktadır. Bu ise, mercek altına getirilen objenin, farklı bir perspektiften daha incelenmesini / irdelenmesini sağlamış olmaktadır.
Biz de bu makalenin içinde, öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın beden dilini yorumlayacak, sonrasında da Aristo'nun anlatımı içinde: ?..Uyuyan insana göre uyanık insan, gözlerini yuman insana göre bakan insan, tunca göre heykel, tamamlanmamış olan göre tamamlanmış olan ne ise, güce göre de eylem odur..' diyecek ve sürekli eylem içinde olmanı gerekliliğine parmak basarak, bir arpa boyu bile olsa sürekli yol almaya devamın gerekliliğine işaret edeceğiz...

2. ?SENSE OF HUMOUR' VE BEDEN DİLİ
Kanımızca Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in beden dilini mercek altında getirirken, yılların gazetecisi Yavuz Donat'ın ?Baba' hakkında yazdıklarını, yaptığı değerlendirmeleri de özellikle hatırlamakta yarar vardır. ?..Baba bugün sıkıntılıydı..', ?Süleyman Bey ile köşkün bahçesinde yürüyüş yaptık', ?Babayı bütün Türkiye besliyor, Aydın'dan zeytin, Çorum'dan leblebi, Diyarbakır'dan karpuz, Manisa'dan peynir, Erzurum'dan da bal gelmiş ... Kahvaltıda bunların tadına baktık..', ?Yavuz o kadarını da söyletme bana!..', ?..Sayın Cumhurbaşkanı; ?Bak Yavuz sana bir fıkra anlatayım' dedi..', anlatımları ile Donat, Cumhurbaşkanını kendi köşesinde değerlendirmekte ve ?Bir Bilen'in farklı yönlerinin ve ruh yapısının, hem çok net ve anlamlı bir şekilde resmini çizmekte, hem de başkalarınca çekilen ?baba'nın fotoğraflarının yorumlarını yapmaktadır.
Şimdi de, Yavuz Donat'ın, Demirel'den yaptığı alıntılara bağlı kalarak yazdığı iki fıkrasını buraya taşıyalım: ?..Ülkeyi yönetenlerle yönetilenler arasındaki ?diyalog kopukluğu'nu ifade etmek için Demirel şu fıkrayı anlatır: ?Sağır bir adam, hastanede yatan arkadaşını ziyaret etmek ister. Düşünür, taşınır, ?ben ne sorarsan, o ne cevap verir' diye. Ve kendine göre hazırlıklar yapar. ?Nasılsın' derim, o da ?iyiyim' der, sonra ben de ?Oh ne iyi' diye devam ederim ... Hastanenin yolunu tutar. Arkadaşının odasına girer. ?Nasılsın iyi misin?' diye sorar. Arkadaşı ?ölüyorum' der. ?Oh oh ne iyi. Hangi ilacı veriyorlar' diye sohbete devam eder. Arkadaşı, ?zehir' der. ?O ilaç çok iyidir. Doktorun kim?' diye sorar. İyice kızmış olan hasta ?Azrail' diye bağırınca da ?Aman ne kadar güzel, ondan daha iyi doktor yoktur' der.
Donat'ın Demirel'den aktardığı bir diğer fıkra ise ?ekonominin iyi gitmediği, enflasyonun yüksek olduğu ve halkın homurdandığı zamanlarla' ilgili bir anekdottur: ?..Adam hükümete söver. Komiser adamı yakaladığı gibi hakimin huzuruna çıkarır. Hakim adama; ?Sen kime sövdün? Ve ne diye sövdün?' der. Adam gayet pişkin olarak; ?Hakim bey ben sövmesine sövdüm ama, bizim hükümetine değil Bolivya hükümetine sövdüm' der. Hakim bu yanıt üzerine, komisere döner ve kızarak; ?Bu adamı ne diye getirdin? Bak adam başka bir hükümete sövmüş' der. Komiser ise ısrar ederek: ?Hakim bey, ben 30 yıllık emniyetçiyim, hangi hükümete sövüleceğini çok iyi bilirim. Bu adam bizim hükümete sövdü' değerlendirmesini yapar.
Kanımızca, hümor hissi ve beden dilinin etkin bir biçimde (iyi ve yerinde) kullanılması, elbette derin ve hazmedilmiş bir kültürü, çevrenin bilinçle gözlemlenmesini ve daha da önemlisi, anadilimizi bütün incelikleri ve zenginlikleriyle bilmemizi gerektirir. Çünkü şiir gibi, mizah da dilin dehasıdır. Eğer biz bu özelliklere sahip olabilirsek; hem kollektif yalanlardan korunmayı, hem de hadiselerin komik ve trajik taraflarını çabucak sezinleyip nükteye dönüştürmeyi, hem de kendimize pozitif enerji yüklemesi yaparak bunu çevremizdekilere de yansıtmayı gerçekleştirebiliriz. Ve bu anlamda hümor hissine sahip olan ve benden dilini çok iyi kullanan ve yorumlayan bir insan, bir takım meziyetlere ve özel melekelere sahip olmakla birlikte, kendisine olmadık üstünlükler vehmetmeyen ve gerektiği zaman kendi kendisiyle bile acımasızca alay edebilen bir insan konumundadır. Belki de hümor ve beden dilinin çok iyi kullanılması bütün melekelerimizin ve meziyetlerimizin dengelenerek ?balans ayarının yapıldığı' noktada başlar.
İşte böylesi bir anda, hümor hissine sahip olmak, beden dilini yerinde kullanmak ve beden dilini okumak ile ilgili bir ?püf noktası'nın var olup-olmadığını söyleyebilmek hiçte kolay değildir. Çünkü burada, kanımızca, tek bir püf noktası değil, omuz omuza vermiş ve düz bir şerit haline gelmiş olan, küçük küçük püf noktalarından oluşan bir püf çizgisi vardır. Türkiye'de böylesi bir püf çizgisinin üzerinde, dengeli ve düzenli bir şekilde yürüyen az sayıdaki devlet adamından birisinin de Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel olduğunu söylemek, kanımızca hiçte yanlış olmayacaktır.
Biz şimdi, Sayın Cumhurbaşkanımızı biraz daha derinlemesine büyütecimizin altına getirecek ve kendisinin geniş hoşgörü ve toleransına sığınarak; elimizdeki resimler, gazete kupürleri ve kitaplar aracılığı ile gözlemlerimizi sıralamaya çalışacağız... Yine bu çalışmayı yaparken Francis Bacon'nun; ?..Sıradan şeyleri gözümüzde büyüterek mucizevi şeylere dönüştürmeyin, bunun yerine mucizevi şeyleri sıradan şeylere dönüştürün..' anlatımını da kulağımıza küpe yapıyoruz...

3. GÖZÜNÜ GÖZLEMEKTEN GÖZLERİM GÖRMEZ OLDU
Kurulacak olan her iletişimde, gözlerin bakışı ve göz temasının ne kadar önemli ve gerekli bir unsur olduğunu aslında hiç söylemeye bile gerek yoktur. Genellikle, statüsü ve makamı büyük olan kişiler göz temasına girmemek için özel çaba gösterirler. Bununla ilgili genel kural, az bakanın ve hatta birazcık diğerlerini bekletenlerin üst konumda olduğu şeklindedir. İnsanlar için genel olarak 3-4 yerde beklemek / bekletilmek, normal süreye göre onlarca kat daha uzun gelmektedir. Telefon ile aradığımız bir kişinin sekreterinin, bizi aradığımız kişiye bağlamasına kadar telefonda bekleyerek geçirilen süre, elimizi uzattığınız bir kimsenin kendi elini uzatarak bizim elimizi sıkmasına kadar beklenilen süre, çok sıkışmış olan birisinin tuvalete girmek için kuyrukta beklediği süre ve son olarak da gözlerine baktığımız bir kişinin bize ilk bakmasına ve ?merhaba' demesine kadar geçen süre, gerçekten de normal süreye göre, sanki onlarca kat daha uzunmuş gibi gelen bir zaman dilimidir...
Galatasaray'ın Teknik Direktörü Mustafa Denizli'nin göz temasından ısrarla kaçınmasını ?..O bana bir şeyler anlatırken ben çaktırmadan yanından uzaklaşsam, inanın ki fark etmeyecekti...' iğneleyici değerlendirmesiyle Academy İnternational'in Yönetim Kurulu Başkanı dostum Şerif İzgören anlatır. Yine benim gözlemlemelerime göre; ?çok iyi istihbaratçı olanlar' ile ?kendisinde gereğinden fazla özel bilgi olan ve bunu başkalarına karşı kullananlar' da gözlerini sürekli bizden kaçırma ve bizimle göz teması içinde olmama yolunu izlerler.
EGM'nün değişik daire başkanlıklarınca verilen kokteyllerde genel müdür yardımcılarının, daire başkanlarının, başkan yardımcılarının, şube müdürlerinin, gazetecilerin ve diğer misafirlerin birbirleri ile yaptıkları göz temaslarını izleyerek, bu kişiler arasında nasıl bir ilişkinin ve göreve bağlı statünün olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Böylesi kokteyl ve resepsiyonlarda, örneğin, Sabah'dan Saygı Öztürk'ün ve ATV'den Adnan Gerger'in farklılığını da kolaylıkla fark edebiliriz. En azından biz buradan bakınca öyle gözlemlendiğini ifade etmeliyiz.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de kendisini ziyarete gelen Türkiyeli misafirlerine yaptığı göz temas(sızlık)ları ile ?Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur' mesajını verirken, (Resim 1) yabancı ülkelerden gelen temsilcilere ise, geldikleri ülkelerin özelliklerine / statülerine göre (Doğulu-Batılı, Kuzeyli-Güneyli, Türk dünyası-Müslüman ülkeler-Avrupa Topluluğu ülkeleri-G7 ülkeleri gibi) hem farklı farklı mesajlar vermekte, hem de farklı farklı beden dili uygulamaları yapmaktadır.
Kanımızca burada söylenmesi gereken bir konuya parmak basmakta yarar vardır. Bizim; resimleri, video bantlarını, televizyonlardaki tartışma programlarını ve haberleri inceleyerek beden dilini okumak ile ilgili burada yaptığımız beyin jimnastikleri; ABD, Almanya, İngiltere ve özellikle İsrail gibi devletler tarafından, sürekli olarak ve gelişen bir bilim dalı olarak kullanılmaktadır. Ve mercek altına getirilen kişi(ler) veya ülke(ler) ile ilgili uzun süreli değerlendirmeler yapılırken, beden dilinin söylediklerinin okunması da elbette söz konusudur. Örneğin Bill Clinton'nun Monica Lewinsky hakkında mahkemeye yaptığı açıklamaların ve Saddam Hüseyin'nin kimyasal ve nükleer silahların olmadığıyla ilgili CNN'de yaptığı anlatımların doğru olup-olmadığının anlaşılması, göz bebeklerinin yoğunluklu biçimde izlenmesiyle de kolaylıkla bulunabilir. Bu durum hiç de zor değildir, çünkü; her ikisinin de açıklamaları yaptığı anlarında göz bebekleri alabildiğine küçülmekte ve ellerini masanın altına doğru indirerek saklama yoluna baş vurmaktadırlar. Yine usta poker oyuncuları da, kendi iradeleri ile yönlendiremedikleri göz bebeklerinin büyüyüp-küçülmesini gizlemek amacıyla oyun oynarlarken siyah camlı gözlükler takarlar. Bunun ile ilgili olarak Mısırlı sanatçı Ömer Sherif'in eski klasik filmlerini rahatlıkla örnek olarak söyleyebiliriz ki filmlerin bütününde de Ömer Sherif siyah gözlüklerini takarak poker oynamaktadır. Yunanlı armatör Onasis'in de iş toplantılarını / sözleşmelerini yaparken her zaman koyu camlı bir gözlük taktığı da bilinen bir diğer gerçektir.
Şimdi de konuyu bir fıkra ile zenginleştirelim: Biyoloji öğretmeni lise son sınıfların dersine gelerek, bir erkek öğrenciye ?vücudumuzun heyecanlanması karşısında, ilk konumuna göre 8 kat daha fazla büyük hale gelen organı hangisidir?' diye sorar. Öğrenci kızarır-bozarır ve utanarak ?bu sorunun yanıtını bildiğini ama söylemeyeceğini' ifade eder. Öğretmen öğrenciye; ?...Aklından hep kötü şeyler geçirdiğin için, biyoloji dersinde gözler konusuna çalışmadan sınıfa geldiğin için ve bu sorunun doğru yanıtının göz bebeği' olduğunu bilmediğin için sana ?zayıf' veriyorum..' der ve öğrenciyi azarlar. Biz öğrencinin soruya nasıl bir yanıt düşündüğünü bilemesek bile, göz bebeklerinin heyecanlandığı ve bir şeye ilgi duyduğu zamanlarda normal konumlarına göre kat kat büyüdüğünü bu fıkradan da kolaylıkla anlayabiliriz. Yalan söylerken en profesyonel yalancıların bile gizleyemediği tek şey, göz bebeklerinin küçülmesidir.
İyi bir sorgulama uzmanı olan Sami Teymur ve Mustafa Çil de göz bebeklerinin önemine parmak basarak; ?..gözaltına alınan kişi sorgulama sırasında sorduğunuz soruyu yanıtlarken eğer sağ yukarıya doğru bakıyorsa görsel tasarlama, sağ ortaya bakıyorsa ses tasarlama, sağ aşağıya bakıyorsa da bedensel duyum hatırlamasının söz konusu olduğunu; eğer gözler sol yukarıya doğru bakıyorsa görsel hatırlama, sol ortaya bakıyorsa ses hatırlama, sol aşağıya bakıyorlarsa da duygu hatırlaması söz konusudur. Eğer karşıya doğru bakıyorsa duygusal sentez, orta yukarıya doğru bakıyorsa koku hatırlama, orta aşağıya bakıyorsa da tat hatırlama söz konusudur..' değerlendirmesini yapmakta ve ?..sorgu sırasında sorgucunun kahverengi takım elbise giymesini, gözaltına alınan kişinin omuz arkasında durulmasını ve eliyle sorgulananın omzuna dokunulmasını, sorgulanana 50 cm'den daha uzakta durularak kişide saldır, kaç ve yalan söyle duygularının uyandırılmamasını ve göz altına alınan kişinin eğer ayakları çapraz bir şekilde birbirinin üzerinde kilitlenmişse, kesinlikle hala söylenilmeyen bazı bilgilerin olduğunu..' söylemektedirler. Elbette; ?..en az sorgulanan terörist kadar o ideolojinin de bilinmesinin ve teröristle empati kurulabilmesinin..' gerekliliğine de parmak basaraktan!..
Aslında ?görmek' ve ?bakmak' arasındaki farkın nasıl olduğunu, orta 2 sınıfta okuduğumuz edebiyat kitaplarında bize öğretirler. Her sabah evimizden Polis Akademisi'ne doğru otobüsle / arabamızla gelirken, çevremize bakarız ama her şeyi görmeyiz. Ve bu nedenle de ?bakar (inek) gibi bakmamanın' gerekliliğine inanırız. Bildiğiniz gibi, inek ile tren arasında 18 saniyelik ya da ondan daha fazla bir zaman dilimi varsa, inek tren yolundan kenara doğru çekilebilmekte ve çarpılmaktan korunmaktadır. Eğer bu süre 18 saniyeden az ise, trenin geldiğini algılayamayan inek, Pınar Et ya da Aytaç Sucukları haline dönüşmektedir. Kanımızca, görmek için kesinlikle bakmamız gerekirken, baktığımız her şeyi göremeyiz. Unutmadığımız ve sürekli olarak hatırladığımız konular / objeler / olaylar ise üst beyin = bilinç altı dediğimiz noktaya geçmiş olanlardır.

4. AVUÇLARIN AÇILMASI MI? ELLERİN SAKLANMASI MI?
Her kim ki bir konuşma yaparken ellerini masanın altına doğru saklar ya da ellerini cebine sokar, işte orada gözlemlenmesi gereken ilginç bir durum vardır. Evde küçük çocuğumuz varsa dikkat edelim; eğer bizden bir şey saklıyorsa ve biz de ona ?sen ne saklıyorsun bakayım?' dersek, otomatik olarak ellerini arkasına götürecektir. Ayni şey yalan söyleme durumunda da vardır. Genellikle küçük çocuklar yalan söylüyorsa iki elleriyle ağızlarını kapatırlar. Orta yaşlılar yalan söylüyorsa tek elleri ile ya ağızlarını kapatırlar ya da ucundan burunlarını kaşımaya başlarlar. Daha büyük yaşta olanlar ise ?TBMM'ne kapağı atarlar' dersek, yalnızca meclisteki milletvekillerinin hoşgörüsüne sığınarak böylesi bir şakayı yaptığımızı söyleyebiliriz.
Kısacası eğer insanlar sizden bir şeyler saklıyorlarsa ya da doğrunun hepsini birden söylemiyorlarsa, ya da bazı konularda yalan söylüyorlarsa, bilin ki tepkisel ve içgüdüsel olarak ellerini saklamak gereğini duyarlar. Örneğin Mehmet Ali Birand, Show TV'de yaptığı 32. Gün adlı belgesellerinde, ne zaman Güneydoğu ve PKK ile ilgili bir program yapsa, % 100 bir eli pantolon cebinde olmaktadır. Burada Birand'ın ya kendi söylediklerine kendisinin de tam olarak inanmadığı, ya da bazı doğruları (bir şeyleri) gizlediği yorumlamaları, konunun uzmanlarınca yapılır.
Her kim ki avuçları açık ve bize göstererek konuşuyorsa, ?bak senden gizli-saklı olan bir şeyim yok, ben açığım' vurgulamasını beden dili ile yapmaktadır. Bergama'ya gidenler bilirler, Meryem Ana'nın ve Hz. İsa'nın heykellerinin bütününde de kollar hep açık, eller bel hizasından yukarı ve karşıdakileri kucaklamaya hazır bir konumdadır. Cumhurbaşkanımızın yaptığı konuşmalarının büyük bir çoğunluğunda, avuçlarını hep açık görürüz ve topluluğa karşı ellerini sürekli bel hizasından yukarıda tutmaktadır. Bu şekilde durulduğunda bilelim ki, topluluklara en sıcak ve en içten mesaj verilmesi söz konusudur. Eğer dikkatlice incelenecek olursa, burada verdiğimiz resimlerin bütününde de cumhurbaşkanımız avuçlarını açarak, en sıcak biçimde mesajını beden diliyle karşısındakilere vermektedir. O halde, kanımızca;
? Küçük çocuklarını kucaklamak ve sarılmak için çağıran anne ve babalar,
? Para toplamak amacıyla dolaşan dilenciler,
? Dua eden kişiler,
? ?Güle güle' diyerek birbirini uğurlarken ellerini omuz hizasına kadar kaldırarak iki yana doğru sallayanlar,
? Bir kavga sırasında iki tarafı da durdurmak için araya girenler,
? Trafik polisleri gelen taşıtlara ya da araçlara durmalarını el işaretleriyle anlatırken,
? ?Teslim ol' çağrısı karşısında ellerini yukarıya kaldırarak teslim olduğunu ifade edenler
hep avuçları açık ve bize göstererek konuşuyorlarsa / davranıyorlarsa, avuç içinin gösterilmesinin verdiği olumlu mesajın kanımızca fazla tartışılmasına bile gerek yoktur. Sayın Demirel, konuştuğu topluluklara kollarını açarak ve avuçları açık olarak yaklaşmakta ve karşısında bulunanlara net bir biçimde onlarla iletişim kurma çabasında olduğunu algılatmaktadır.
Aslında ele aldığımız konularla ilgili olan benzeri ve hatta daha da geniş olan yorumlamaları ve değerlendirmeleri yüzyıllar öncesinde, Muhittin Arabi'nin ?Şecere-i Numaniye'sinde ve Erzurumlu İsmail Hakkı'nın ?Marifetname'sinde de görürüz / okuruz... Biz böylesi bir saptamadan sonra, yeniden gözlerin bakışı için ifade edilen genel kurala dönersek; ?muhataplarına daha az bakan kişi, diğerlerine göre çok daha fazla önemlidir.'
Normal ve eşit kişiler arasında kurulan ilişkilerde göz teması, genellikle toplam sürenin % 75'ine yakınını kapsar / kapsayabilir. Yine biz dış dünyadan algıladıklarımızın % 87'sini gözlerimizle, % 9'unu kulaklarımızla, % 4'ünü de diğer organlarımızla duyumlarız. Bir diğer anlatımla, karşıya verdiğimiz mesajın görselliğe dayanması söz konusu olursa, karşımızdakinin algılaması da % 87 oranında fazlalaşmaktadır. Beynimiz eski zamanları hatırlayarak ya da gelecek ile ilgili düşer kurarak, geçmişi ve / veya geleceği ayni anda yaşayabilir. Bedenimiz ise, yalnızca içinde bulunduğu anı yaşamaktadır ki, böylesi bir anda eğer biz beden dilinin okunmasını biliyorsak, o an karşımızdaki kişinin beyninin yaşadıklarını beden diline bakarak gözlemleyebilecek ve onu daha iyi algılayabileceğiz demektir.
Şimdi de bu söylediklerimizi 1995 ve 1998 yıllarında Cumhurbaşkanlığınca hazırlanan ve Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel'in yüzlerce resmi ile süslenmiş olan kitapları ve diğer ilgili materyalleri inceleyerek ve fotoğrafların üzerine büyüteçlerimizi tutarak, makalemize devam edelim...

5. ?BİR BİLEN'NİN KAHKAHALARI VE DOKUNMASI
?Cumhurbaba'nın en neşeli, mutlu ve içtenlikli olduğu anlar; öncelikle Anadolu'ya seyahatlere çıktığı zamanlardır. Cumhurbaşkanımız yurt içi geziler sırasında karşılaştığı yurttaşlara gayet sevecen yaklaşmaktadır. Örneğin böylesi bir seyahatte karşılaştığı ihtiyar bir amcayla konuşurken iki elleri ile o yaşlı kişiyi neredeyse omuz hizasından tutmakta ve ona sevgi ile bakarak ?devlet baba'nın yurttaşa sıcak ve içten yaklaşımını, bakışını sergilemektedir. Burada Demirel'in Anadolu'ya kara sevdalı olduğu biçiminde bir yorumlamanın yapılması da doğru olsa gerektir. Gene çoban kıyafeti ve sopası ile çekilmiş olan bir fotoğrafta, kendisinin en çok mutlu olduğu görüntülerin arasındadır.
Sayın Demirel; Anadolu'ya yaptığı seyahatlerin yanında, askeri törenlerde tek başına yürüyerek tören grubunu denetlediği / selamladığı anlarda da ekstradan sevinçli ve mutlu bir görüntü çizer. Yine su ile baraj ile ilgili açılışları yaptığı zamanlarda da Cumhurbaşkanının normale göre çok daha fazla neşeli olduğu kolaylıkla gözlemlenir. Açık hava da olmak ile pozitif enerji dolmak arasında doğrudan bir ilişki olsa da, Demirel'in böylesi durumlarda ekstra neşe ile yüklü olmasının nedenini, asker ile ilişkilerinde ki gelinen sonuç açısından başarısını perçinleyen bir temkin ve haz içinde olması ile açıklanabilir. Yine kendisinin eski bir Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürü ve mühendisi olmasından dolayı, baraj ve su ile ilgili açılışlarda da Sayın Demirel'in yoğunlaşmış bir sevgi birikiminin dışa yansıtılması söz konusudur denilebilir.
Bu konuda Prof. Toktamış Ateş'in Demirel ve Özal'ın devlet adamlığı ve devlete bakışları ile ilgili yazdığı ve karşılaştırmalı değerlendirmeler yaptığı makalesini, konunun daha iyi anlaşılması açısından, okumakta yarar vardır. Toktamış Hoca makalesinde: ?..Süleyman Demirel ?köylü'dür. (Burada köylülüğü elbette küçültücü bir anlam yüklemeden dile getiriyorum.) Evet Demirel ?köylü'dür. Büyük kentlerde teknik bir eğitim almış olmasına ve dünyayı gezip görmesine karşın, temel yaklaşımlarını değiştirmemiştir. Çok para kazansa bile, ?tutumludur'. Gösterişe hevesi olmadığı gibi, sırasında gösterişe kızar bile. Yemeğini karısının pişirmesini ister. Nazmiye Hanım'ın elinden çıkmayan yemekte lezzet bulmaz. İlk başbakanlığında (aralarında benim de olduğum) öğrenciler tarafından ?Morrison Süleyman' olarak isimlendirilmiş olmasına karşın, Türkiye'nin bağımsızlığına kendince özen gösterir ve ?Türkiyeci'dir. Özel sektör şampiyonu olarak görülür ama, son tahlilde devletçidir. Olayların üzerine gitmez, çekingendir. Sıkışmadıkça kılıcını çekmez. Ve tüm bu özelliklerinin dışında,'üniformaya' karşı belli bir çekingenlik içindedir. Bu çekingenlik belki de Türk köylüsünde ki ?jandarma' imajından gelmektedir.
Turgut Özal, bu özelliklerin hemen tümünün tersine bir yapıya sahiptir. Demirel'in ?kente yeni gelen köylü' yapısına karşılık; Özal ?kentte doğmuş gecekondunun bıçkın çocuğu' idi. Ataktı, gözü karaydı. Bir işi önce yapar. Ne yaptığını sonra düşünürdü. Üniforma ile ?dalaşmamaya' özen gösterirdi. Fakat pek çekinmezdi. Üniformalıyı nasıl ?kafaya acalacağının' hesabını yapardı. Devleti bir ?yemlik' gibi görür, kurallarına pek aldırmadığı gibi, fazla bir saygı da duymazdı ... Demirel ?yasa' denildiğinde bir durur düşünürdü. Özal, ?Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz' diyecek kadar pervasızdı. Demirel, deniz kenarında bile lacivert takım elbise ve kravatıyla basın toplantısı yapardı. Özal, üzerinde hırka ile askeri birlik teftiş edecek kadar kural tanımaz bir devlet adamı idi. Demirel sorunları ?savaşmadan çözme' yolunu arardı. Özal ise, ?Bir koyup üç alacağız' diye Körfez Savaşına dalmanın yollarını aradı..' değerlendirmelerini yaparak, kanımızca, hem Süleyman Bey hem de Turgut Bey ile ilgili önemli tespitlerde bulunmaktadır ki; aslında bizim yazdığımız bu makalenin temel taşları da bütünüyle Prof. Ateş'in Demirel'li anlatımları ile örtüşür.
Toktamış Hoca'nın tespitlerinden sonra şimdi de Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in dokunarak iletişim kurmanın önemini bilen ve bunun gerekliliğine inanan bir kişi olmasından söz etmekte yarar vardır. Sayın Demirel, hem halkın içinde olduğu zamanlarda, hem de yabancı devlet adamları ile karşı karşıya geldiği anlarda çekilen resimlerinin neredeyse tamamında, el temasının (dokunmanın) yüzlerce örneği ile bizlere tebessüm eder. Hatta bu durum o kadar fazladır ki; Süleyman Bey, uluslararası yirminci 23 Nisan Çocuk Şenliği dolayısıyla ülkemize gelen Avusturalya'da ki Aborgeen yerlisi bir çocukla, onların geleneksel selamlaşması olan, burunları ile karşılaştıkları kişinin burnuna dokunmaları şeklindeki sıcak selamlaşmayı bile yaparak bir ilke daha imza atar Resim 17). Kısacası, karşılaştığımız kişiyle abartıya girmeden dokunma yoluyla verilen mesajda, yakınlık, içtenlik, sevecenlik ve müşfiklik yüklemesinin yapılması söz konusudur...
Amerikada yapılan bir araştırmaya göre, kütüphaneden kitap alan ilk 1000 kişiye kütüphane görevlisi, alacakları kitapları masanın üzerine bırakarak verir. İkinci grup içindeki diğer 1000 kişiye ise, istedikleri kitapları masanın üzerine koymaksızın, doğrudan ellerine uzatarak verir. Bu durumda kitabı alan kişilerin ellerine bazen kendi eli ya da parmakları ile dokunulması söz konusu olmaktadır. Yapılan değerlendirmenin sonuçlarına göre, birinci grupta olanlara göre ikinci grupta olanlar, daha fazla bir oranda kütüphane görevlilerinin kendileri ile ilgilendiğini ve içten ve sıcak davrandıklarını söylerler. Araştırma sonuçlarından da anlaşılacağı gibi, bütün bireyler kendilerine sunulan hizmetin ölçüleri içerisinde kendilerine dokunularak sıcak / içten mesaj verilmesinden hoşnut olurlar, mutluluk duyarlar.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 3
 

tuba123 17.01.2009 09:29:45 Tarihinde yorumlamış

yha ben bu yazıyı fasla anlamadım şimdi bir insan pozitif olması için hangisini yapmalı yaw? hem böle sorular sorana kadar çoktan pozitifliğimi yitiririm ben bea
Yöneticiye Bildir

levotus 29.06.2007 10:59:27 Tarihinde yorumlamış

çok güzelde bahsedilen resimler yok
Yöneticiye Bildir

02.05.2007 04:45:03 Tarihinde yorumlamış

harika. bilgilendirici ilginç araştırma. teşekkürler
Yöneticiye Bildir
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...