Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.
Ara

Nesnelerin Dış Niteliği / Psikolojik Sorunlar

Nesnelerin Dış Niteliği

Psikanalizde, birinin analizinde uzun yol katedilmişse, analist duygusal gelişimin ilk görüngüleriyle ilgili ayrıcalıklı bir görüş sahibi olur.

Klinik çalışmadan çıkarttığım şu düşünce geçenlerde dikkatimi çekti: Hasta dürtüsel yaşamın saldırgan kökenini keşfetmeye giriştiğinde, analist için bu süreç şu ya da bu şekilde, erotik kökeni keşfetmesinden daha yorucu olmaktadır.

Burada beni ilgilendiren malzemenin, kafamızda ?bağların çözülmesi' (de-fusion) terimiyle bağlantılandırılan malzeme olduğu hemen görülecektir. Sağlıkta saldırgan ve erotik bileşenlerin bağlandığını varsayarız, ancak bağlanma öncesi döneme ve bağlanma işine her zaman için özel bir anlam yüklemeyiz. Bağlanmanın zaten gerçekleşeceğine fazla güveniyor olabiliriz, o zaman bir vaka üzerinden düşünmeyi bırakınca, boş tartışmalar içine giebiliriz.

Bağlanmanın ciddi bir iş olduğu, sağlıkta bile tamamlanmadığı ve büyük miktarlardaki bağlanmamış saldırganlığın, sık sık analizdeki kişinin psikopatolojisinde komplikasyona yol açtığı kabul edilmelidir.

Analizde -eğer hakiki bir analizse- saldırgan ve erotik bileşenlerin ayrı dışavurumlarıyla uğraşmalı ve aktarımda bunları bağlamayı başaramayan hasta adına her birini ayrı taşımalıyız. Bağlama noktasında başarısızlıktan kaynaklanan ciddi rahatsızlıklarda, hastanın analistle ilişkisi kah saldırgan kah erotik niteliktedir. Ben de işte bu bağlamda, bu kısmi ilişkinin ikinci değil de birinci türünün analisti yorduğunu öne sürmekteyim.

Bu gözlemden hemen çıkarılacak sonuç, Ben ile Ben-Olmayan 'ın oluştuğu erken evrelerde, saldırganlık bileşeninin daha kesin şekilde, bireyi Ben-Olmayan 'a veya dışarda hissedilen bir nesneye ihtiyaç duymaya yönelttiğidir. Erotik deneyimler, nesne öznel olarak tasavvur edilir veya kişisel olarak yaratılırken, ya da kişi daha önceki bir tarihin narsisist birincil özdeşleşme durumuna yakın olduğu sırada yaşantılanabilir (?).

Erotik deneyimler, içgüdüsel erotik dürtüyü rahatlatan herhangi bir şey aracılığıyla gerçekleştirebilir; böylece ön-zevk, genel ve bölgesel uyarımda geriliminin yükselmesi, doruğa çıkma ve sönme (veya onun dengi olan durum) meydana gelir; bunu arzunun olmadığı bir dönem izler (arzuyla yaratılan öznel nesnenin geçici olarak yokedilmesinden dolayı, kendi başına bu da endişe yaratabilir). Oysa saldırgan dürtüler bir karşı koyma olmadığı sürece hiçbir doyurucu deneyim sağlamaz. Karşı koymanın çevreden, Ben 'den giderek ayırt edilen Ben-Olmayan 'dan gelmesi gerekir. Erotik deneyim kaslarda ve çabaya katılan diğer dokularda vardır, fakat bu erotizm türü, belirli erojen bölgelerle bağlantılı içgüdüsel erotizmden farklıdır.

Hastalar (bağları az çok çözülmüş) saldırgan deneyimleri sahici gibi, (aynı şekilde bağları çözülmüş) erotik deneyimlerden çok daha sahici hissettiklerini söylerler. Her ikisi de hakikidir fakat saldırgan deneyimlerin verdiği sahicilik hissine daha çok değer yüklenir. Saldırganlığın bir deneyimin erotik bileşeniyle bağlanması o deneyime ilişkin sahicilik hissini artırır.

Saldırgan dürtülerin, dış dünyadan bir karşı koyma olmaksızın, bir dereceye kadar kendilerine karşıt bulabildikleri doğrudur; normal durumda bunun göstergesi omurganın doğumöncesi yaşamdan kalma balıksı hareketleridir, normal dışı durumda ise hasta çocukların yaptığı (faydasız) gelgit hareketidir (sallanma veya içerde süregiden görünmez sihirli bir gelgit hareketini ele veren gerilim). Öne sürdüğümüz bu düşüncelere rağmen, normal gelişimde dışardan gelen karşı koymanın, saldırgan dürtüleri geliştirdiği söylenemez mi acaba?

Normal doğumda karşılaşılan karşı koyma, yaşanan deneyime başın önde olduğu bir nitelik kazandırır. Doğumlar çoğunlukla normal olmayıp büyük komplikasyona yol açsa da, hatta bebek tersten gelse de, yine de büyük çaba göstermek ile karşı koyma-başın önde olması ilişkisi arasında kurulan bağlantıda genel bir geçerlilik var gibidir. Bu görüş beslenme gayreti içindeki bebekler üzerinde yapılacak gözlemlerde sınanabilir ?benim kuramıma göre başlarına tepeden bir miktar bastırarak bebeklere yardımcı olunabilir.

Bu düşünce genellikle şöyle ifade edilir: ?İhtiyaçlarına mükemmel uyum sağlamanın bebeğe faydası olmaz. Bebeğin arzularına en iyi şekilde uyan anne iyi anne değildir. Yoksunluk öfke doğurur ve bu da bebeğin deneyimini artırır.' Hem doğru hem değil. İki etkeni gözardı ettiği için doğru değil- biri, teorik olarak başlangıçta bebeğin mükemmel bir uyuma ve daha sonra uyumun dikkatlice, yavaş yavaş bozulmasına ihtiyacı vardır; ikincisi, bu sözler deneyimin saldırgan ve erotik bileşenleri arasındaki bağlanmanın gerçekleşmediği durum üzerine düşünmeye imkân vermez, halbuki en azından kuramda, bağların çözük olduğu (veya henüz kurulmadığı) evreyi incelemek gerekir.

Bu sözleri aşağı yukarı burada alıntılandığı şekliyle dile getirenler saldırganlığın yoksunluğa karşı bir tepki olduğunu (yani, erotik deneyim esnasında, dürtüsel gerilimin yükseldiği uyarılma evresindeki yoksunluğa karşı bir tepki olduğunu) biraz fazla kolayca kabullenmektedirler. Bu tür evrelerde yoksunluğun öfke doğurduğu gayet açıktır, fakat bizim en erken duygu ve durumlara ilişkin kuramımıza göre, dürtüsel yoksunlukta öfkeyi mümkün kılan ve erotik deneyimi deneyim yapan benlik bütünleşmesinden önceki saldırganlığa hazırlıklı olmak gerekir.

Her bebeğin erojen bölgelerde bir içgüdü potansiyeline sahip olduğu, bunun biyolojik olduğu ve bu potansiyelin aşağı yukarı her bebekte aynı olduğu söylenebilir. Oysa tersine saldırganlık bileşeni son derece değişken olmalıdır ; biz beslenmenin gecikmesi yüzünden yoksunluk hisseden bebeğin öfkesini gözlemleyinceye kadar, bebeğin saldırganlık potansiyelini artıran veya azaltan çok şey olmuştur. Erotik potansiyele denk düşen saldırganlık anlamında bir yere varabilmek için, fetüsü durgunluğa değil harekete yönelten dürtülerine, dokuların canlılığına, kassal erotizmin ilk kanıtına uzanmamız gerekir. Bu noktada yaşam gücü gibi bir terime ihtiyacımız var.

Kuşkusuz her bir fetüsün yaşam gücü potansiyeli aşağı yukarı aynıdır, tıpkı her bebeğin erotik potansiyelinin olduğu gibi. Sorun şu ki, bebeğin taşıdığı saldırganlık potansiyelinin miktarı karşılaştığı karşı koymanın miktarına bağlıdır. Başka deyişle, karşı koyma, yaşam gücünün saldırganlık potansiyeline çevrilmesini etkiler. Ayrıca, karşı koymadaki aşırılık da komplikasyonlar yaratarak, saldırganlık potansiyeli olan bir bireyin bu potansiyeli erotik bileşenle bağlamasını imkânsız hale getirir.

Bu savı daha ileriye götürebilmemiz için, (doğum öncesi) bebeğin yaşam gücünün akıbetini ayrıntısıyla gözden geçirmemiz gerekir.

Sağlıkta, dürtüleri fetüsün çevreyi keşfetmesini sağlar, çevre hareketin karşılaştığı karşı koymadır ve hareket esnasında duyumsanır. Bunun sonucu Ben-Olmayan bir dünyanın ilk tanınması ve Ben 'in erken dönemde tesis edilmesidir (establish). (Uygulamada bunların aşama aşama gerçekleştiğini, tekrar tekrar gelip gittiğini, bulunup kaybedildiğini tahmin edersiniz.)

Sağlıksız durumda, bu çok erken evrede baskıyı uygulayan (impinge) çevredir ve yaşam gücü baskıya tepki olarak kullanılır ?o zaman Ben 'in erken dönemde sağlam şekilde tesis edilmesinin tersi gerçekleşir. Aşırı uçta, tepkiler hariç dürtüler çok az deneyimlenir, Ben yertesis deilmemiştir. Bunun yerine, çevre baskısına karşı deneyimlenen tepkiye dayalı bir gelişim gözlemleriz; buradan sahte dediğimiz birey ortaya çıkar, sahte diyoruz çünkü kişisel dürtüselliği yoktur. Bu durumda saldırgan ve erotik bileşenler bağlanmaz, çünkü erotik deneyimler meydana geldiğinde Ben tesis edilmiş değildir. Aslında bebek erotik deneyim yönünde baştan çıkarıldığı için yaşar; fakat hiç sahici gibi gelmeyen erotik yaşamdan ayrı bir de sırf saldırgan olan, karşı koyma deneyimine bağımlı tepkisel bir yaşam vardır.

Burada, bağlanmada belli bir yetersizlikle kendini gösteren genel durumu betimleyebilmek için iki aşırı ucu tartışmamız gerekti. Kişilik üç parçadan oluşur: Ben ve Ben-Olmayan 'ın açık şekilde tesis edildiği ve saldırgan ve erotik öğelerin belli ölçüde bağlandığı bir hakiki kendilik; erotik deneyimle kolayca baştan çıkarılabilen, fakat sonuçta gerçeklik duygusunun kaybedildiği bir kendilik; bütünüyle ve insafsızca saldırganlığa terkedilmiş bir kendilik. Bu saldırganlık yıkma hedefi etrafında bile örgütlenmemiştir, fakat kişi için değerlidir çünkü bir gerçeklik hissi ve bir ilişki hissi verir, fakat ancak etkin karşı koyma olduğu takdirde veya (ilerde) zulüm olduğu takdirde kendini gösterir. Motivasyonunu benliğin kendiliğindenliğinden alan kişisel dürtüden kaynaklanmaz.

Kişi, bağları çözülmüş saf saldırganlığı mazoşizme çevirerek saldırgan ve erotik bileşenlerin sahte bir şekilde bağlanmasını gerçekleştirebilir, ancak bunun olabilmesi için güvenilir bir zalim bulunmalıdır, bu da sadist aşık olur. Bu şekilde mazoşizm sadizmden önce gelebilir. Oysa duygusal olarak sağlıklı bir insanın gelişimini izlersek sadizmin mazoşizmden önce geldiğini görürüz. Sağlıkta sadizm bağlanmanın başarılı olduğunu gösterir, mazoşizmin doğrudan doğruya tepkisel saldırganlıktan geliştiği ve bağlanmanın olmadığı koşullarda böyle değildir.

Bu düşüncelerden başlıca şu sonucu çıkarabiliriz: Saldırganlık terimini bazen kendiliğindenlik anlamında kullandımız için karışıklık çıkmaktadır. Dürtüsel hareket uzanır, karşı koyma ile karşılaştığında saldırganlık haline gelir. Bu deneyimde gerçeklik vardır ve yeni doğmuş bebekte hazır bekleyen erotik deneyimleri bağlar. İddiam şu: Bebeğin sadece doyurucu bir nesneye değil, bir dış nesneye ihtiyaç duymasına neden olan şey bu dürtüsellik ve onun doğurduğu saldırganlıktır .

Bununla birlikte çoğu bebek çevre baskısına tepki olarak gelişmiş muazzam bir saldırganlık potansiyeline sahiptir, zulüm bu potansiyeli etkinleştirir: eğer böyle ise, bebek zulme kucak açar ve zulme tepki olarak kendini sahici hisseder. Fakat bu hatalı bir gelişme biçimi olur çünkü çocuk sürekli, zulme ihtiyaç duyar. Tepkisel potansiyelin miktarı, (hareket yetisi ile erotizmi belirleyen) biyolojik etkenlere bağlı değildir, erken çevre baskısının cilvelerine bağlıdır, dolayısıyla çoğu zaman annenin psikiyatrik anormalliklerine ve yine onun duygusal ortamına bağlıdır.

Olgun, erişkin bireylerin cinsel ilişkisinde, özgül nesne ihtiyacının salt erotik doyumlarla bağlantılı olmadığı doğrudur belki de. Nesneyi seçen ve o an eşin varlığına, doyuma ve hayatta kalmaya duyulan ihtiyacı belirleyen şey, dürtüye bağlanmış olan saldırgan veya yıkıcı öğelerdir.

D.W.Winnicott
Anna Freud ile sempozyum, Kraliyet Tıp Cemiyeti, Psikiyatri Bölümü, 16 Ocak 1950. Anna Freud'un katkısı için bkz. Psychoanalytic Study of şe Child ( Çocuğun Psikanaliz Açısından İncelenmesi ), cilt III-IV, s 37.
Şimdi olsa bu düşünceyi hareket yetisiyle (motility) ilişkilendirirdim (bkz. Marty ve Fain, 1955).
Bkz. Sechehaye'nin terimi: ?Simgesel gerçekleşme'.
Bu metnin II. Bölüm'ünde benlik gelişiminin erken evrelerine ilişkin saldırganlık temasını irdelemeye çalışıyorum.
Buna ?çiftdeğerlilik-öncesi' adı verilmiştir fakat bu terim kısmi-nesne ile tam nesnenin ? meme ile tutan ve bakım verene annenin- bütünleşmesi meselesini hesaba katmaz.
Şimdi olsa ?iyi ve kötü' yerine yüceltilmiş ve kötü' demem gerekirdi (1957).
Bu durum Anna Freud'un ?saldırganla özdeşleşme' (1937) dediği şeyle ilişkilidir. Melani Klein'ın çalışması bizi içsel görüngülerin savunma amaçlı tümgüçlü denetimi kavramıyla tanıştırdı.
Özel bir gruba sunulmuş metin, Ocak 1955.
Özel bir gruba sunulmuş metin, Kasım 1954.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...