Kendi kusurlarını affetmeyen adamın bütün kusurları affedilebilir.
Ara

Yalıtılmış Zihinden Etkileşim Birimlerine: Değişen Psikanalizde Yapı Kuramları / Psikolojik Sorunlar

Yalıtılmış Zihinden Etkileşim Birimlerine: Değişen Psikanalizde Yapı Kuramları

?Çağdaş Psikanaliz? (contemporary psychoanalysis) yaşadığımız zamanın psikanalizi, psikanalizdeki son gelişmelerin platformu, güncel psikanaliz olarak anlaşılabilecek bir ifadedir. Bunlar tümün doğru olsa da ?Çağdaş Psikanaliz? ifadesinin aynı zamanda kurumsal ve politik bir ifade olduğunu da eklemek gerekiyor.
?Anayol Psikanaliz? (mainstream psychoanalysis) kavramı ise psikanalizin klasik merkezini temsil eder. Bu merkez kurumsal ve kuramsal tabiattadır. IPA (uluslar arası psikanaliz birliği-international psychoanalytic association) Anayol Psikanaliz'in Sigmund Freud'un temellerini attığı kurumsal çatısıdır. Anayol Psikanalizin bugünkü kuramsal yapısı ise, birbirleriyle ortaklıklara girebilen Dürtü-Savunma ekolü, Ego Psikolojisi, Nesne İlişkileri ekolü ve özellikle son otuz senede büyük gelişme gösteren Fransız Psikanaliz Psikanalizi'nin amalgamıdır.
Şimdi, bugünkü sunumun ağırlıklı konusu olan Çağdaş Psikanalizde yapı kuramını incelemeden önce, Çağdaş Psikanalizin kendisinin yapısını anlamaya çalışalım.
Bugün Kuzey Amerika'da ABD ve Kanada'nın çeşitli yerlerinde Çağdaş Psikanaliz Enstitüsü adlı psikanaliz kurumları bulunmaktadır. Bu enstitüler Kendilik Psikolojisi, İlişkisel Psikanaliz ve Öznellikler-arası ekollerinin eklektik eğitimini vermektedir. Bu değişik ekoller birbirleriyle evlenebilmektedir. Adı Çağdaş Psikanaliz olan bu kurumların çatısı altındaki bu kuramların evliliği, kurumsal ve kuramsal olarak, Kendilik Psikolojisi sonrası psikanalizi Çağdaş Psikanaliz olarak adlandırmayı cazip kılmaktadır.
Çağdaş Psikanaliz dediğimiz zaman bu kavramdan ne anlıyoruz ? Bu kavramın içini dolduranlar nelerdir ?
Öncelikle Harry Stack Sullivan'ın adını anmamız gerekiyor. Psikanaliz ABD'ye kurumsal olarak gelmeden önce, Sullivan'ın bireysel Freud okumaları ve yorumlarıyla şekillenen kendine özgü bir oluşum vardı. Kişiler-arası ekol adını alan bu oluşum, IPA'nin ABD'de tesisinden sonra da ayrı ve aykırı olarak varlığını sürdürdü. Avrupalılara göre, psikanalizin bugünkü ?Amerikalı? sıkıntılarının temelinde olan ?dinamik psikiyatri? oluşumunun kökeni Sullivan'ın özellikle Amerika'da psikiyatristler üzerinde azalmayan etkisine bağlıdır. Kişiler-arası ekol on yıllarca Amerikan psikanaliz birliğinin dışında kalan marjinal bir kurumken, Kohut sonrasındaki şekillenmelerde canlandı ve Kendilik Psikolojisinden türeyen yeni oluşumlarla bir muhalefet esprisinde rahatça birleşti.
Psikanalizin kurumlarına göre marjinal olan, ayrı ve aykırı kalan deyince aklımıza tabi ki, başta psikologlar olmak üzere, psikiyatri dışındaki ruh sağlığı meslekleri geliyor. Bu mesleklerin üyeleri psikanaliz kurumlarına alınmıyorlardı. Aday olamıyorlar; eğitimlere katılamıyorlardı. Bunun sonucunda psikanalize olan ilgilerini kesmediler. Ya Sullivan'ınki gibi ekollere yöneldiler; ya da kendi enstitülerini kurdular. Bu enstitüler seksenlerin ikinci yarısından itibaren klasik psikanaliz enstitülerindeki psikiyatri tekeli hukuken kırılsa bile, varlıklarını sürdürüyorlar ve Çağdaş Psikanaliz olgusunun düşünce ve insan kaynağı olmaya devam ediyorlar. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz. Çağdaş Psikanaliz epeyce psikologların hareketidir.
Bu psikologların özellikleri içinde, uzun, hiyerarşik, ilimsel, geleneksel enstitü eğitimlerinin yerine, uzun, bilimsel, eklektik, akademik doktora ve post-doktora eğitimleri vardır. Bu eğitim ve öğretim farkının iki kesimin formasyonlarına yansıması ideolojik, düşünsel ve kimliksel anlamda büyük farklar doğurmaktadır. Bugünlerde Anayol Psikanaliz'in yaşayan en büyük ismi olarak kabul edilen André Green'in yeni oluşumlara burun kıvırarak, ?bunlar sadece psikoloji? demesinin altında bu fark yatar. Çağdaş psikanalist, çoğul perspektiften bakar; dış gerçekliğin gözlemlenmesi ve araştırılmasına da inanır. Analiz odasına bilimsel bakışı sokar. Dogmalaşabilecek her şeyden ürker. Klasik psikanalize göre ise bunların hepsi, psikanalizden uzaklaşmadır. Araştırmacının bu çok olasılıklı bakışı, hastanın dirençleriyle evlilik yapar. Onlara göre, çağdaş psikanalistler yetersiz eğitim analizleri ve formasyon süreçlerinin analiz etmeden bıraktığı karmaşalarıyla yüzleşmemek için, bu tür bilimsel rasyonalizasyonlar yapmaktadırlar.
Çağdaş Psikanalizin evi Kuzey Amerika'dır. Son on yılda, başta İtalya Avusturya, İsveç, Norveç, İspanya ve Türkiye'de belli filizlenmeler olmasına karşın Avrupa'da gücü azdır. İngiltere'de adı bile geçmez. Britanya Psikanaliz Cemiyeti'ndeki orta Grup ile, yani Winnicott'çılar ile sağlanmaya çalışılan güç birliği ve alışveriş netice vermemiştir. Çağdaş Psikanaliz Amerikalıdır. Amerikan kültürünün pratik ve pragmatik özelliklerine sahiptir. Kıta Avrupasının kültürel ve sanatsal karakteristiğinin dışında kalır. Son yirmi senede yeni psikanalitik oluşumlarda ve liberallikte Amerika'nın, geleneğe sahip çıkmada ve muhafazakarlıkta Fransa'nın adı öne çıkar. Fransa'nın 1960'lardan itibaren yaşadığı büyük psikanalitik patlama felsefi ve sanatsal bir entelektüellikle bezenmiştir ve Fransa, Amerika'nın yaygın kitlelere daha fazla ruh sağlığı hizmetini, daha çabuk ve daha hızlı götürme kararlılığının getirdiği, psikanalizi sadeleştirme, demistifiye etme yönelimine büyük bir şüphe ile bakar.
Psikanalizde Yapı Kuramları
Psikanalizin metapsikolojisi dört ayak üzerine oturur: Gelişim, güdülenme, yapı ve bu üçünün bir araya gelip oluşturdukları dinamik bütün. Bugün burada, yapı üzerine konuşacağım.
Klasik psikanalizin yapı kuramı tarihsel olarak iki bölümde incelenir. Erken dönem topografik modeldir. Zihnin katmanları bilinç, ön-bilinç ve bilinçdışı olarak sıralanır.
İleri dönem ise yapısal kuramdır. Zihin üç işlevsel katmana veya araç-katmana bölünür. Alt-ben, ben, üst-ben. Bu ikinci yapısal model ilkinin katmanlarını da içerecek bir şekilde tasarımlanmıştır.
Sullivann ve Kohut'un çalışmaları ile filizlenen Çağdaş Psikanaliz gelişim ve güdülenmede yeni önermelerde bulunduğu gibi Yapıda da önemli değişiklikler önerir. Üç parçalı klasik yapı kuramının yerine ?kendilik? (self) oturur. Ego Psikolojisinde ego'nun içinde bir temsil olan kendiliğin artık kendisi bizatihi yapı olarak görülür.
Sullivan'ın katkılarıyla ortaya çıkan kişiler-arası psikanalizde, kendiliğin yapılanması özünde kişiler-arası alanla ilişkilidir. Psişik yaşam, geçmiş bilinçdışı çatışmalardan doğan sabit yapılar tarafından belirlenmek yerine, gerek geçmiş, gerekse yeni ilişkiler tarafından sürekli yeniden biçimlendirilir. Analistin öznelliğinin, hastanın öznel deneyimi karşısında ayrıcalıklı bir konumu yoktur. Analistin karşılıklı deneyimlerini açıklaması, hastanın duygulanımsal deneyimini doğrudan zenginleştirecek ve kişilik gelişimini teşvik edecektir.
Psikanalitik bakış açısındaki bu kaymanın sonucu, geleneksellik, pozitivizm ve nesnelliğiyle aktarım çarpıtmalarını ve bunların kökenlerini araştıran analist etkinliğinin sorgulanması, bunun yerine, psikanalitik ilişkideki yeni, duygulanımsal ilişkisel gelişmelerin, karşılıklı anlaşmanın temel kaynağı olduğu, ve hastanın bu duygulanımsal deneyimi içine almasının önemli bir terapötik unsur olduğu, ?inşacı? (constructivist) bir modelin ortaya atılmasıdır.
Kişiler-arası psikanaliz ve kendilik psikolojisi ayrı kaynaklardan doğarlar ancak bir süre sonra aynı yatakta akmaya başlarlar.
Kendilik Psikolojisine göre, Kendiliğin bir çekirdek gelişim programı vardır. Çiçek tohumunda tüm gelişim bilgisinin depolanmış olmasında olduğu gibi, o program kendisini ifade edecek, yani çiçeği açtıracak dışsal ortamın desteğini bekler. Bu dışsal kolaylaştırıcıya Kohut'un verdiği isim kendiliknesnesi işlevleridir. Kendilik bir kendiliknesneliği matrisinde gelişim yolculuğuna başlar. Kendiliknesnesi işlevlerinin temelinde kendilik deneyimlerinin kendiliğin ana yapısına entegre edilmeleri vardır. Bu sayede kendilik vitalize olur, kuvvetlenir, süreklilik ve bütünlük içinde yapılanmaya başlar.
Son otuz yılın Bebek araştırmaları Çağdaş Psikanalizin Gelişim Kuramını tedarik ederler. Bunlara göre, kendiliğin gelişiminin iki önemli boyutu vardır (Beebe ve Lachmann, 2002): Birincisi kendilik regülasyonu kabiliyetinin elde edilmesidir. Bunun başarılması ile kişi duygulanımlarını kontrol ve tolere edebilir, tahammül gücü artar, kendini yatıştırabilir veya canlandırabilir; zihin-beden koordinasyonunu sağlar, bedeni içine yerleşir, biyolojik olanla psikolojik olan arasında iletişimi ve eşgüdümü yürütebilir. Kendilik regülasyonu kişinin kendisi ile ilişkisidir ancak kendiliknesnesi matrisinde, kendiliknesnesi yani bir başkası, anne, baba, ilk bakıcı, çocukla çok yakın ve hassas bir ilişki kurarak, ona kendi kadar yakın olabilerek, onu regüle ederek, sonrasında kendini regüle etmesini sağlarlar. İkinci boyutta, çocuk birinci boyuttakilerin yanına ilişkinin dinamiklerini de regüle etme kabiliyetini eklemek durumundadır. Bu karşılıklı regülasyondur. İlişkide mesafeyi ayarlayabilme, ötekine gerekli mesajları, geri-beslemeleri iletebilme, onunla ihlal ve ihmali asgariye indiren ilişkisel bir dansı becerebilme karşılıklı regülasyon ile elde edilir. Birinci boyutun yanına ikinci boyutu ekleme ile ilgili şu da söylenebilir. Birinci boyutta dinamikler ağırlıklı olarak psişik yaşamın tabanı ile ilgiliyken, neredeyse fizyo-psikolojik iken, ikinci boyut ile birlikte insanlaşma serüveninde önemli bir adım atılmış olur. Süreç daha psikolojik hale gelmiş, öznelik ve öznellikler daha belirginleşmiştir. Ötekinin öznelliğinin hesaba katılması süreçleri karmaşıklaştırır. İkinci boyutun oluşması birinci boyutun kaybolması anlamına gelmez. Kendilik regülasyonu olmadan hiçbir şey başarılamaz. İnsanın iç dünyası bu iki regülasyon dinamiklerinin ön-plan, arka-plan etkileşimlerinden oluşur. Kendiliğin yapılanması bu iki boyuttaki becerilerin, kendiliknesneleri ile ilişki matrisinde gelişmeleri ile oluşur. Bu gelişimlerin olmadığı durumlarda kendilik yapılanmaları eksik ve hasarlıdır.
Unutmadan eklemeli ki, kendiliknesnesi işlevlerinin gerçekleştiği ilişkisel dinamikler kuvvetli bir şekilde etkileşimsel ve bağlamsal özelliklere sahiptirler. Çocuk bir etkileşim biriminin içine doğar. Winnicott'ın dediği gibi tek başına bebek diye bir birimden söz edemeyiz. Çağdaş Psikanaliz yaşamın başlangıcından itibaren etkin oluşan ve kendiliği kuran bu etkileşim biriminin birincil önceliğini vurgular ve psikanalizin ?İki-Kişilik psikoloji? olması gerektiğini savunur. Çağdaş Psikanaliz Anayol Psikanaliz'i ?Tek-Kişilik psikoloji? olmakla eleştirir.
Kendiliğin yapılanması içindeki önemli unsurlardan birisi ?öteki-ile birlikte oluş? şemalarıdır. Bu şemalar ilk bakıcı ile etkileşimlerin birikimlerinden türer. Bu halleri ile, yukarıdaki temel dinamiklerden ikisi ile de bağlantılı olsa da, ?karşılıklı regülasyon? ile daha çok ilişkilidir. Bu şemalar Stern'ün (1985) tabiri ile ?örtük ilişkisel bilme?ler (implicit relational knowing) halindedirler. Şemalar bir araya gelerek daha genel yapılara dönüşürler. Bunlar ?genelleşmiş etkileşim temsilleridir? (RIG's- representations of interactions şat are generalized). Temsillerin bazı versiyonları olsa da, orta direkleri olarak işlev gören ?değişmezler?i (invariants) vardır. Fosshage de benzer yapılardan söz eder ve onlara ?zihinsel örgütleyici ilkeler? (organizing mental principles) adını verir. Beebe ve Lachmann (2002) bu örgütleyici ilkelere ?deneyim kalıpları? (patterns of experience) adını verirler ve iki kişinin etkileşimlerinden türeyen bu kalıpların en önemli özelliklerinin beklentiler yaratmak olduğunu söylerler.
Lichtenberg, Lachmann ve Fosshage'ye (1992) göre, kendilik psikolojisinin işaret ettiği kendiliknesnesi matrisindeki etkileşimler nesne ilişkilerinin çok önemli bir parçasıdır ancak bütünü değildir. Nesne ilişkilerinin temelinde, kendiliknesnesi işlevleri dışında da etkileşimler yaşanır ve bunlar zihinde ?algısal-duygulanımsal-bilişsel şemalar?a dönüşürler. Gelişimin erken basamaklarında oluşan bu şemalar, yaşamın sonraki dönemlerindeki deneyimleri örgütleme ve düzene koyma işlevlerini (asimilasyon) görürler. Birey dünyayı zihnindeki şemalar ile algılar, algıladıklarını örgütler, şemaların öngördüğü beklentilere girer ve bu şemaların ?kendilik? ve ?öteki? ve ?öteki ile kendilik? imgelerini ve rollerini yeni ilişkilerde tekrar tekrar oluşturur.
Fosshage'ye (1992) göre, ?kendiliknesnesi? matrisindeki etkileşimler ve örgütleyici ilkeler (Atwood ve Stolorow, 1984) birbirlerinden ayrı oluşumlardır ancak iç içe geçmiş olarak yaşanırlar. Fosshage, Kohut'un (1971) ?her tekrar aktarımdır, ancak her aktarım tekrar değildir? sözüne uygun bir şekilde, her aktarımın geçmişin şemalarının tekrarı olmadığını iddia eder. Bazı aktarım süreçleri örgütleyici ilkelerin sonraki dönemlerde sebep olduğu tekrarlardır. Ancak diğer bazı aktarım süreçleri ise, erken dönemlerde yarım kalmış veya hiç yaşanmamış gelişimsel gereksinimlerin analitik ortamda harekete geçmesi ile ortaya çıkar. Fosshage birinci süreçlere ?aktarım?, ikinci süreçlere ?kendiliknesnesi aktarımı? adını verir. Birinci grup aktarım süreçleri üzerine çalışmak ?yapısal değişiklik? (structural change); ikinci grup aktarım süreçleri üzerine çalışmak ta ?yapısal inşa? (structural building) sağlar.
Her bir öznellikler-arası oluş öznel dünyanın belli bölümlerini hareketlendirmekte, bazı örgütleyici şemaları ön plana çıkarmakta ve diğer bazı şemaları arka plana itmektedir.Bu oluşum o alanı paylaşan her iki katılımcının örgütleyici ilkelerinin karşılıklı etkileşime girmesi ile oluşur.
Çağdaş psikanalizin yapı kuramlarıyla ilgili konuşurken iki önemli ismi atlamak olmaz: Robert Stolorow ve George Atwood. Seksenlerin başından itibaren Lachmann, Brandchaft, Socarides gibi isimlerle dikkat çeken makaleler ve kitaplar yazan bu iki klinik psikolog öznellikler-arası kuramının öncülerindendir. ?Yalıtılmış zihin? kavramına şiddetle karşı çıkarlar ve yansıtmacı mekanizmalarla ilişkileri kendine benzeten sabit iç yapıların yerine öznellikler-arası etkileşimin değişken ve geniş olasılık aralıklarını koyarlar. Onlara göre, psikiyatrik tanılar bile, bir araya gelen doktor-hasta ikililerine koyulan adlardır. Bir hasta bir psikiyatrla oluşturduğu ortak alanda sınırda kişilik, diğerinde narsistik kişilik, bir diğerinde karakter nevrozu tanısı alabilir. Bu farklılık psikiyatristlerin bilgi ve yönelim çeşitliliklerini içerir ama bunlar yeterli neden değillerdir.
Stolorow ve Atwood süreç içinde Heidegger felsefesine yakınlaşırlar. Felsefeci ve klinik psikolog olan bir analistle (Donna Orange) bir araya gelen bu kuramcılar felsefi bir akım olan fenomenolojiyle ilgilenip, öznelik ve nesnelik gibi ayrımların hala kartezyen bir ikiliği içerdiğini ve yalıtılmış zihin kavramını örtük bir şekilde ima ettiğini düşünürler. Bu yüzden kartezyen bir dilden kurtulmak için, varoluş, oluş (being) veya dünya (world) kavramına yönelirler. Bu kavramlarda iç-dış ayrımı yoktur; öznelik-nesnelik yoktur, ?dasein? vardır (Orange, Atwood ve Stolorow, 1997).
Bu yenilikçi dönüşümlerle Atwood, Stolorow ve Orange, sadece psikanalizde değil, tüm insani varoluşta, Descartes'tan ve Aydınlanma'dan bu yana insanlığı yanıtı olmayan sorulara mahkum eden ikili düşünceye cephe alırlar. Onların savunduğu yapı kuramı bu tür ikiliklerden, önce dilde ve kavramlaştırmalarda kurtulmaya çalışır.
Bu tür düşünceleri kuramsal tartışmalarda anlamak bir yere kadar kolaydır ancak iş pratiğe ve tekniğe geldiği zaman, bu yazarların sunduğu vakalarda kartezyen ikiliğe dair çok şey görmek mümkündür. Doğrusunu söylemek gerekirse, kartezyen düşünce bizim ontolojimizi kolay kolay başka türlü düşünemeyeceğimiz şekilde varoluşumuzun özüne işleyerek etkilemiş durumdadır. Ondan kurtulmak mümkün müdür ? Hatta gerekli midir ? Doğrusunu söylemek gerekirse, bu konuda kafam karışıktır.
Bu ana kadar Çağdaş Psikanaliz'in yapı kuramı ile ilgili söylediklerimi değişik yazarların ortalamasını alıp özetlersem şunu söylemek mümkündür.
? Çağdaş Psikanaliz gevşek yapılandırılmış özellikte bir iç dünyanın varlığına inanır. Bu dünyanın tüm dış ortamlara (ilişkilere) aynı sabit görüntülerle yansıma olgusunu kabul etmez.
? Gevşek yapılandırılmış iç dünyanın diğer insanların iç dünyalarıyla karşılaştığı zengin olasılıklı bir etkileşim alanı vardır. Her bir ilişki yeni yeni kendilik versiyonları yaratabilir (çoğulluk-multiplicity) (Mitchell & Aron, 1997).
? Özetle Anayol Psikanalize göre daha düşük belirleyiciliğe sahip intra-psişik dünya, daha yüksek belirleyiciliğe sahip öznellikler-arası dünya. Burada kastedilen yalın bir çevreselcilik ve kişiler-arasıcılık değildir.
Bu düşünceler insani bilimlerde ve özellikle fizikte geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan paradigma değişikliğinin sonucudur. ?Zeitgeist? (çağın ruhu) değişmiştir. Anayol Psikanaliz modernitenin çocuğudur. Çağdaş Psikanaliz post-moderniteden doğmuştur. Gerçi Anayol Psikanalizin de bu dönüşümden etkilenmediğini söylemek çok zordur. Kanımca Winnicott, Kohut ve Stern sonrasında klasik psikanaliz en azından kuramsal bakışında artık eski klasik psikanaliz değildir. Çağdaş Psikanalizle kurduğu diyalogda diyalektik bir etkileşim içine girmiştir. Kuramdaki bu değişimlere veya dönüşümlere bir sürü örnek verilebilir ama ben bir tek örnekle yetineyim. Ünlü bir nesne ilişkici olan Şomas Ogden'ın (1994) ?analitik üçüncü? (analytic şird) kavramı tamamen öznellikler-arası özellikleri içerir. Analitik Üçüncü iki katılımcının (analist ve analizan) öznellikleri ile oluşmuş bir üçüncüdür. O bir anlamda bir geştaltdır. Parçalarının toplamından fazla olan bir bütündür. O Bion'un tanımladığı, anne-çocuk arasındaki ?reverie? (hayal veya düş) ortaklığı veya ?düşlem? (phantasy) geçişine benzer şekilde bir yapıdır. Bir metafor yapmak gerekirse, daha önceki psikanalitik inşalar hava, su, ateş ve topraktan oluşan yapılar gibiyken, analitik üçüncü eterimsi, esirimsi ?maddenin en ince düzeyinde- bir yapı gibidir. O bir varlığın sınırından öbür varlığın sınırına engelsiz geçer. Analitik Üçüncü'nün kendi düşlemleri, nesneleri, duyumları vardır. Bunlar iki öznelliğin buluştuğu köprülerdir.
Anayol psikanalizin pek çok güncel kuramcısı özellikle gelişim kuramı ve onun kliniğe yansıyan görüngülerinde çağdaş psikanalize biraz yakınlaşmıştır ama tüm bunlara rağmen bu iki psikanaliz şekillenmesi hala birbirlerinden epey farklıdırlar. Bu fark nerededir ? Bence asıl fark kuramsal olarak iki yaklaşım arasında zaman zaman ortak özelliklere bürünen kuramsal malzemenin her bir psikanalizin kendi klinik-analitik ortamında birbirlerinden epey farklı şekilde ele alınmasında, yani teknik çalışmadadır. Bu teknik ve pratik farka bütün yönleri ile odaklanmaya imkan yoktur.
Otto Kernberg (1997) Çağdaş Psikanaliz için şöyle der: ?İlişkisel bir matriste gelişen bu kendilik kavramı (dürtüler ve bunlara karşı savunmalar arasındaki çatışmayı dile getirmek yerine), hasta ve analist arasındaki ilişkideki kişiler-arası alana odaklanmayı gerektirir. Bu yeni ilişkisel matris, eğer tamamen keşfedilir ve yorumla dönüştürülürse, hastanın bu yeni duygulanımsal (affective) kişiler-arası deneyimleri entegre etmesi yoluyla, duygusal büyümenin ortaya çıkması beklenir? (s. 100).
Ve eleştirerek ekler, ?Tüm analitik deneyimin mevcut öznellikler-arasılığın analizine bağlanması halinde, tersine, bilinçdışı çatışmanın daha gerçeklik temelli, ?şimdi ve burada? bir deneyime dönüşmesi, sonuçta da bilinçdışının derinden anlaşılmasına karşı savunmacı amaçlara hizmet etmesi tehlikesi ortaya çıkar. Öznellikler-arası iletişimin nispeten yüzeye yakın düzeyinde böyle savunmacı bir saplanma (fixation), çocukluğa ait çokbiçimli-sapkın çatışmaların, ilkel sadomazohizmin ve genel anlamda erotizasyon çevresinde toplanan çatışmaların derin düzeylerine karşı savunmalara da hizmet edebilir (s. 107).
Yapı ve İnşa Kavramları
Kernberg'ün Çağdaş Psikanalizin teknik çalışmasının bilinçdışına doğru tam olarak derinleşememesi hatta dirence hizmet eder hale gelmesi ile ilgili eleştiriyi aklımızda tutarak, ?perde anı? (screen memory) ve ?model sahne? (model scene) kavramlarına yönelelim. Bu iki kavrama yönelmemin sebebi psikanalizde iki farklı yapı kavramına dikkat çekmek içindir. Birincisi yapı yani ?structure?dır. İkincisi daha çok ?inşa? olarak çevirebileceğimiz ?construction? veya ?yeniden inşa? ?reconstruction?'dır. Tartışacağımız iki kavram yani ?perde anı? ve ?model sahne? inşa veya yeniden inşadırlar. Ancak her zaman yapı ile sıkı sıkıya bağlantılıdırlar. Yapı önermesiz bir inşa olmaz.
Perde anı Anayol Psikanalizin, Model Sahne Çağdaş Psikanalizin önemli inşa kavramlarıdırlar.
'Perde anı' psikanalitik literatürün en erken kavramlarından biridir. Freud tarafından ilk olarak 1899 tarihinde aynı adı taşıyan makalede psikanaliz dünyasına tanıtılmıştır. Bu makalede Freud (1899) insanların göreceli olarak önemsiz görünen olayları net olarak hatırladıkları halde, yaşamlarında önemli yer tutan bir kısım olayları hatırlamadıkları gözleminden hareketle, hatırlanan önemsiz sahnelerin önemli olanları perdelediğini savunur. Bu savunmacı oluşum bir yer değiştirmedir. Freud'a göre, bu yer değiştirme, hatırlanan sahne ile hatırlanamayan arasında bir süreklilik içerir. Yani, hatırlama ediminin nesnesi, saklanan sahne değil, onun bir komşusudur. Komşuluk zamansal ya da mekansaldır. Yer değiştirme Perde anı olgusundaki savunmacı tek mekanizma değildir. Sakıncalı sahnenin unutulmuş olması da, bastırma ve yer değiştirmenin kol kola işlevsel olduklarını gösterir.
Perde anı'nın oluşumunda da geçerli olan dinamik, kendini bilinç düzeyinde ifade etmeye çalışan güçlerle, onları engellemeye çalışanların mücadelesidir. Sonuçta, ne birinin, ne de diğerinin istediği olur. Kendini açığa çıkarmaya çalışan aynen düşte olduğu gibi, belli bir değişimle gün ışığına çıkabilir. Bu değişim bir çarpılmadır. Sansür mekanizması bunu zorunlu kılmıştır.
Perde anı mekanizması hatırlanması kaygı yaratan şeyi tül bir perdenin arkasına alır. Aynen tül perdenin yaptığı gibi, hem biraz gösterir, hem de biraz gizler. Perde anı tam olarak hatırlanamayan ve tam olarak unutulamayandır (Frank, 1969). Freud (1899) Perde anılardaki bu gizleme mekanizmasının aynen bir düşte olduğu gibi yoğunlaştırma, simgeleştirme ve ikincil elden geçirme içerdiğini düşünmüştür. Perde anı bir düş gibi çözümlenmelidir. Hakikate ulaşmak için, bu unutulmuş ve bilince değişerek çıkmış malzeme analitik ustalıkla ele alınmalıdır (Freud, 1914).
Model sahne Lichtenberg (1989) tarafından ortaya atılmış ve psikanalizin post-modernite ile karşılaşmasını dramatik şekilde temsil eden bir kavramdır.
Klasik bakışın tersine, ?tarihsel hakikat' perspektifinde izleri sürülecek ve açığa çıkarılacak bir geçmişi aramaktan ziyade, ?söylemsel hakikat' kavramının ışığında (Spence, 1986), şimdi'de yeniden inşa edilecek bir geçmiş versiyonunu araştırır. Tüm hatıralar, hatırlandıkları güncel ilişkisel bağlamlarda yeni şekiller alırlar. Bu olgu hem hatıraları, hem de bağlamları her an yeniden belirler. Bu dinamik hem ilişkiseldir, yani, canlanan anılar ilişkideki tarafların birlikte inşalarıdır; hem de zamansaldır. Geçmiş ve güncel (ve hatta gelecek), birbirlerini her an etkiledikleri sürekli bir etkileşim içindedirler.
Lichtenberg'e (1989) göre, psikanalitik süreçte analist ve hastası, anlama ve açıklamayı kolaylaştıran bazı sahneler inşa ederler. Bu sahneler hastanın sorunlarını ve sorunların gelişimsel kaynaklarını birbirine bağlayan simgesel anlatımlara sahiptirler. Model sahne bazen yoğunlaşmış bir anı parçası, bazen bir fantezi, bazen bir film veya roman olabilir. Model sahne hastanın geçmişi ile bugünü arasında tekrarlarla oluşan bağlantıyı gösterdiği gibi, aktarımdaki duruma da ışık tutar. Model sahnenin gerçekten yaşanmış bir olay olup olmaması, ya da, yaşanmışsa, gerçeklik derecesi gibi bir sorgulama gereksizdir çünkü model sahne güncel, geçmiş ve geleceğin bir amalgamıdır. Bu amalgam, Kohut'un (1971) ?teleskoplama' kavramı ile daha anlaşılır hale gelir.
Teleskoplamadaki ?geçmiş' ve ?güncel'in bir araya gelişinde olduğu gibi, bir diğer birleşme, psikanalist ve hastanın model sahneleri belirginleştirme sürecindeki etkileşimsel ilişkileridir. Psikanalist ve hastanın psişik yaşantılarını düzenleyen kendi zihinsel ?örgütlenme ilkeleri', ortak bir çalışma ile bir ?çeviri' sağlarlar. Bu çeviri, hastanın dağınık ve anlaşılmaz duran deneyim kümelerinden anlaşılabilir bir öykü yaratır. Bu süreç çağın ruhuna uygun bir şekilde, ?yorumsamacı? (hermeneutic) bir doğadadır. Metin ve çevirmen arasındaki ilişki tek yönlü değildir. Çalışmanın iki öznesi (analist ve hasta) bir ?öznellikler-arası hakikat' yaratırlar. Seanslarda adım adım yaratılan ve kendi sembolleri, işaretleri, dili olan bu öznellikler-arası hakikat hastanın öyküsünde ne zaman bir açmazla karşılaşılsa, yardımına başvurulacak bir maymuncuk gibidir. Hasta açıklanamayan bir deneyim veya bilgi getirdiği zaman, psikanalist model sahneye geri dönüp bakar, bu yeni deneyim model sahnenin içeriği tarafından açıklanabilmekte midir ? Bazı durumlarda, bu yeni deneyim, model sahnenin ilk haline, fazla bir revizyon gerektirmeden, eklenebilir. Bazı durumlarda ise, model sahnenin sofistikeleşmesi, evrimleşmesi, veya toptan değiştirilmesi gerekebilir. Model sahne, perde anının aksine arkasında bir giz barındıran bir paravan değildir. Onun eksiklikleri, bir gizleme amacı taşımaktan ziyade, üzerinde yeterince çalışılmamasından, formüle edilememesinden kaynaklanan bağlantı boşluklarıdır.
Perde Anı ve Model Sahnenin Karşılaştırılması
Perde anı psikanalizin ilk dönemine ait bir kavram olarak, ağırlıklı olarak pozitivist ve modern bir kavramdır. Oysa model sahne göreceli ve post-modern bir doğadadır. Perde anı için ?tarihsel hakikat', model sahne için ise, ?söylemsel hakikat' geçerlidir. Ancak, bu durum, model sahne ile çalışanların, hiçbir tarihsel nedenselliğe inanmadıkları anlamına gelmez. Yaşanmış deneyimler, tekrar değerlendirmeye alındıkları ilişkisel bağlamlarda anlam kazanacak ham maddelerdir. Perde anının arkasına geçildiği zaman, ulaşılacak olgu inşadır. Oysa, model sahne çalışması bir yeniden inşa süreci yaratır.
Perde anı kavramı ile çalışanlar, üstü unutma ile örtülmüş bir sırrı açığa çıkarmayı amaçlarlar. Terapötik amaç budur. Semptomu giderecek olan çare budur. Model sahne kavramı ile çalışanlar ise, terapötik amaç olarak, adlandırılmamışı adlandırmayı hedeflerler. Böylece düzensizlik düzene, belirsizlik belirliliğe kavuşmuş olacaktır. İyileşme böyle sağlanır. Düzensizliğin düzene, belirsizliğin belirliliğe kavuşma sürecini, Lichtenberg (2001), Pirandello'nun karakterlerinin yazarlarını aramasına (ve bulmasına) benzetir.
Perde anı kavramının gerisindeki psikanalist-hasta ilişkisi, klasik psikanalitik hiyerarşiyi yansıtır: Odada ?inceleyen' ve ?incelenen' vardır. İlişki kesinlikle asimetriktir. Oysa, model sahne kavramının gerisindeki psikanalist-hasta ilişkisi böyle bir güç dengesizliğini yansıtmaz. Bu kavramla çalışanlar için, hasta sırrını (çatışmasını) saklayan ve bu yüzden direnç gösteren bir kişi değildir. Adlandırılmamış olanı, psikanalistiyle ortak çalışmasında beraberce adlandırmaya çalışandır. Bu modelde ilişki tam olarak asimetrik değil, ?neredeyse' simetriktir.
Son maddeden hareketle, ?direnç' üzerine düşünürsek, iki kavramın gerisindeki kuramsal farklılık biraz daha öne çıkar. Perde anı kavramı, kalın bir bilinç-bilinçdışı ayrımının ürünü olarak ortaya çıkar. Bu durum, semptom, rüya, parapraxis ve diğerleri için de böyledir. Perde anı ve semptom, rüya, eyleme dökme, vs., kalın hatlı bilinç-bilinçdışı ayrımının yarattığı çatışmanın (ve ironik olarak, çiftleşmenin) çocuklarıdırlar (ve melezdirler). Bu ürünlerin rahatsızlıkları, paradoksal olarak onların varoluşlarını borçlu oldukları çatışmadan kaynaklanır. Model sahne ise, bir az gelişmişliğin ürünü olan bir durumu yansıtır. Doğasında, karşıtlığın yarattığı rahatsızlıktan ziyade, yetersiz bakım vardır. Çatışma ve o çatışmanın bilinçdışına itilmesi yerine, yetersiz işlenmeden (üzerine yetersiz çalışılmasından) dolayı, tam anlamıyla bilinçlenilmemiş, hakimiyet kazanılamamış bir deneyim kümesi (sahne) görürüz. Model sahne ile çalışma, bilinçdışı malzemenin bilinçli hale gelmesinden çok, işlenmemiş olanın bağlantılı, detaylandırılmış, sözelleştirilmiş ve dolayısıyla bilinçli olmasını anlatır. Belki klasik jargonla ifade etmek gerekirse, bilinçdışı olanın değil, ön bilinçli olanın bilinçli hale getirilmesinden söz edebiliriz. Ve bu sebepten dolayı, model sahne olgusu ile çalışıldığı zaman klasik psikanalizde iddia edildiği kadar analiz-karşıtı bir direnç beklenmez. Hasta psikanalistiyle kendi bulmacası üzerine çalışan bir çalışma partneri gibidir.
Klasik kurama göre, aktarım süreçlerinin gelişmesi ve tam olarak görünür hale gelmesi regresif bir süreçtir. Böyle bir regresyonun oluşması zaman değişkeniyle bağlantılıdır; ayrıca, özel koşulları gerektirir. Bir çaydanlık suyun yanan bir ocağın üstünde kaynama noktasına yaklaşmasını bir analoji olarak kullanalım. Su dolu tencere ocağa konulduğu anda kaynamayacaktır. Belli bir sürenin geçmesi zorunludur. Tabi ocağın tanımının ana özelliği de ısıtıcı oluşudur. Analitik ortamın ısıtıcısı, analistin analitik konumu sağlayan özellikleridir: pasiflik, anonimlik, tarafsızlık, doyurmama, vs. Bu özellikler aktarımların tezahürüne katkı sağlarlar ve analiz odası yaşantısının tamamını ertelenmiş hareketin son halkası yaparlar. Böylece geçmiş ve şimdi'yi birbirine yapıştırıp, Perde anılar galerisinin yüzeysel görüntülerinden daha derine bir yolculuğu olası kılarlar.
Burada Anayol psikanalizin çağdaş psikanalize getirdiği bir eleştiriyi hatırlamakta fayda vardır. Klasik analistlere göre, seans odasında etken ve etkileşimsel davranan analistler, pasiflik, anonimlik, tarafsızlık, doyurmama gibi teknik özellikleri yeterince uygulamadıkları için, yukarıda sözü edilen regresyonun oluşumuna zarar verip, aktarım süreçlerinin bütünsel tezahürlerini engellerler. Onlara göre, böyle bir durumda, psikanalitik süreç, yüzeysel bir seviyede takılı kalacaktır. Bunun sonucu olarak, hastanın açılımlarındaki duygulanımsal derinleşmeler sınırlı bir şekilde kalacak ve analist bilişsel ağırlıklı aktarım-dışı yorumlar yapmaya mahkum olacaktır.
Bu eleştiriye göre, çağdaş psikanalizin etkileşimsel psikanalisti, bazı yeniden inşalara vaktinden önce ve değerinden fazla önem verip, hastasına bu yeniden inşalara odaklanan bütünsel yorumlar sunup, regresif sürecin oluşumunu engellemektedir (Good, 1997). Bir başka deyişle, model sahne çalışması, erken bir açıklama ve yorumlama müdahalesi olup, analitik sürecin derinleşmesini bozmaktadır. Bu eleştiriye göre model sahne ulaşılacak hakikate doğrudan giden yol değil, olsa olsa yeni bir perdedir. Bu eleştiriye kulak verirsek, model sahneyi, onun doğasındaki eksikliğin bir işlenmemişlik değil, bir çarpıtma olduğunu atlayarak veya görmezden gelerek, olduğu gibi ele almak, direncin tuzağına düşmektir.
Bu eleştiriye Fosshage (1992) ?mesaj mesajdır? diyerek yanıt verir. Klasik psikanalizin sürekli olarak hastanın söylediklerinin arkasını ve tersini görmeye çalışarak onun gerçekçi gereksinimlerini ve anlaşılması gereken deneyimlerini görmezden geldiğini düşünür.
Atwood ve Stolorow (1984) ise etkileşimsel çalışmanın dirence hizmet ettiği düşüncesine katılmazlar. Onlara göre klasik nötralite kavramı bir mittir. İlişkide hiçbir şey yapmamak ta bir şey yapmaktır. Psikanalitik çalışmayı sağlayan ve sağlama alan şey, ilişkide, öznelliklerin buluşma fenomenolojileri olarak sürekli ortaya çıkan ?canlandırma?ları (enactments) hasta ile birlikte çalışarak anlamak ve açıklamaktır.

Yavuz Erten
Kaynaklar:
Atwood, G. & Stolorow, R. (1984). Structures of Subjectivity: Explorations in Psychoanalytic Phenomenology. Hillsdale, NJ: Şe Analytic Press.
Bebe, B.& Lachmann, F.M. (2002). Infant Research and Adult Treatment. Co-Constructing Interactions.Hillsdale, NJ: Şe Analytic Press.
Fosshage, J. (1992). Self Psychology: Şe Self and its Vicissitudes wişin a Relational Matrix. Relational Perspectives in Psychoanalysis içinde, Skolnick, N. ve Warshaw, S. (Ed.). Hillsdale, NJ: Şe Analytic Press, s.21-42.
Frank, A. (1969). Şe Unrememberable and şe Unforgettable. Psychoanalytic Study of Child, 24: s.48-77.
Freud, S. (1899). Screen Memories. Standard Edition, (3), s. 301-322.
Freud, S. (1914). Remembering, repeating and working-şrough. Standard Edition, (12), s.145-156.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...