Mum dibine ışık vermez.
Ara

Psikoanalitik Sanat Teorisinin Eleştirisi / Psikolojik Sorunlar

Psikoanalitik Sanat Teorisinin Eleştirisi

Sanat toplumun toplumsal antitezidir. Sanat alanının kuruluşu, bireyde idelerin içsel uzayının kuruluşunu andırır. Her iki alan yüceltme kavramında kesişirler. Bu yüzden sanatı, psişik hayata ilişkin bir teori ile kavramsallaştırmaya girişmek doğal ve umut vericidir.
İnsani değişmezleri konu edinen antropolojik bir teori ile psikoanalitik bir teorinin karşılaştırılması, sonrakinin lehine gibi görünür. Fakat uyarmak yerindedir; psikoanaliz, estetik fenomenlerden çok, salt psişik fenomenleri açıklamaya daha uygundur. Psikoanalitik teoriye göre, sanat eserleri özünde bilinçdışının yansıtmalarıdır (projections). Psikoanaliz, biçim kategorilerinin zararına olarak, sanatın bireysel yaratcısını ve estetik içeriğin psişik içerik olarak yorumlanmasını öne çıkarır. Sanatın çözümlenmesine yöneldiği zaman, psikoanalizin yaptığı şey, terapistin ketleyici (banausic/aforoz edici, yasaklayıcı) duyumsallığını, Leonardo ve Baudelaire gibi hiç olmayacak konulara aktarmaktır. Çoğu zaman biyografik türün dalları olan bu tür incelemelerin putlarını kırmak önemlidir, çünkü bu tür incelemeler cinselliği vurgulamalarına karşılık; kavrayış bakımından umutsuzca anlıyışsızdırlar (philistine); eserlerinde aslında sadece hayatın olumsuzluğunu nesnelleştiren sanatçıları nevrotik sayarak dışlarlar. Örneğin Laforgue'un yazdığı kitap, ciddi biçimde, Baudelaire'i anne kompleksinden acı çekmekle suçlar (anne kompleksine maruz kalmış olmakla suçlar).(4) Yazar, Baudelaire'in sağlıklı olmuş olsaydı Fleurs de Mal'i yazıp yazamayacağı sorununa değinmediği gibi; nevroz yüzünden şiirlerin olabileceğinden daha kötü hale gelip gelmedikleri sorununa da değinmez. Psişik normallik, Baudelaire gibi bir kişinin durumunda bile, bir yargılama ölçütü durumuna getirilmektedir ki, burada Baudelaire'in büyüklüğü, açıkça, onun sağlıklı bir ruhtan (mens sana) yoksun olmasıyla bağıntılanmıştır. Sanatçılar üzerine psikoanalitik monografilerin genel eğilimi, örtük bir 'olması gereken' anlamı taşır: sanat, onaylaycı biçimde deneyimin olumsuzluğu ile meşgul olmalıdır. Psikoanalitik yazarlara göre, olumsuz uğrak, sanat eserine kanalize olmuş bastırma sürecinin bir işaretinden başka bir şey değildir.
Psikoanalizin görüş açısından sanat, hayal-görme'dir (day-dreaming). Bu görüş, bir yandan, hayalgören kişinin kafasına takılıp kalmış belgelerle sanat eserlerini birbirine karıştırır. Öte yandan zihin dışı alanı kesip çıkarmanın bir tür bedeli olarak, her şeye rağmen düş kurma işinin önemini vurgulamış olan Freud'la garip bir karşıtlık içinde, sanatı içeriğe indirger. Düş görme ile sanatsal yaratım arasında bir benzeşim varsayımı ile psikoanalistler, bütün pozitivistler gibi, sanatta kurmaca uğrağına gereğinden fazla değer verirler. Yaratım sürecinde olup biten yansıtma, hiç de sanat eserlerinin en önemli uğrağı değildir; üslup, malzeme ve hepsinden önce ürünün kendisi de aynı ölçüde önemlidir ki, psikoanalistler bu sonuncusunu hiç dikkate almazlar. Örneğin, müziğin, yaklaşmakta olan paranoyaya karşı bir savunma mekanizması olduğu yönündeki psikoanalitik tez, klinik olarak doğru olsa bile, tikel bir müzikal kompozisyonun niteliğini ve özünü değerlendirmede işe yaramaz.
İdealist sanat teorisiyle karşılaştırıldığında, psikoanalitik teori, sanatta sanatsal olmayan öğeleri ışığa çıkarma üstünlüğüne sahiptir. Böyle yapmakla, psikoanaliz, sanatın mutlak tine olan tutsaklığından kurtulmasına yardımcı olur. Psikoanalizin vulgar idealizme karşı çıkışı -bu idealizm, sanata daha yüksek bir alanda kutsal bir sığınak sağlar ve sanatı, kendi özüne ve içgüdüyle bağıntısına dönük bütün kavrayışlara (içgörülere) karşı korur- aydınlatıcı bir ruha sahiptir. Psikoanaliz, bir eserin ve yazarının toplumsal karakterinin kodunu çözdüğü ölçüde, sanat eserlerinin yapısı ile toplumun yapısı arasındaki somut, dolayımlayıcı bağları sağlayabilir. Öte yandan psikoanaliz, idealizmden farklı olmaksızın, sanatı öznenin içtepi durumlarını belirten mutlak bir öznel göstergeler sistemine indirgemek suretiyle de, kendi tutsak ediciliğini yayıp genişletir. Bu eğilim veri olduğunda, psikoanaliz, fenomenlerin anlamını çözebilir, fakat bizzat sanat fenomenlerinin anlamını çözemez. Psikoanalize göre sanat eserleri olgusaldır. Psikoanaliz sanat eserlerinin real nesnelliğini, iç tutarlılığını, biçim düzeyini, eleştirel içtepilerini, psişik-olmayan gerçeklikle bağıntılarını ve son olarak hakikat içeriklerini görmezden gelir.

Bir kadın ressam, analizci ile hasta arasındaki anlaşmayı yöneten içtenlik ruhu içinde, doktorun bürosunda, bir defasında, doktorun duvarlarını süslemek için asmış olduğu oymaların niteliksizliği karşısında dehşete düştüğünden yakınmıştı; bunun üzerine doktor ona, yalnızca saldırganlığını göstermekte olduğu yönünde bir açıklama yapmıştı... Sanat eserleri, sanatçıları yalnızca bir koltukta uzanıp yatan kişiler olarak tanıyan bir hekimin düşünmek istediğinden çok daha az ölçüde sanatçının replikleri ve özellikleridirler. Yalnızca bir meraklı (dilettante), beylik psikoanalitik klişileri birbiri ardısıra tekrarlayıp durarak, sanata ilişkin her şeyi bilinçdışına indirgemeye çalışır. Sanatsal üretim sürecinde, biliçdışı itkiler, pek çok itici güçten yalnızca birisidir. Bu itkiler, biçim yasası aracılığıyla sanat eseriyle bütünleşmiş hale gelirler. Eseri yaratmış olan gerçek insan, gerçek bir atın resmedilmiş atın bir parçası olmasından daha fazla bu eserin bir parçası değildir.

Sanat eserleri, bir tür tematik tamalgı (apperception) testi de değildirler. Psikoanaliz sanat eserlerinin böyle olduğunu ima ettiği ölçüde, anti-estetizminin bir diğer kötü yanını açığa vurur. Sanatın ne olduğu hakkındaki bu bilgisizliğin suçu, kısmen, psikoanalizin gerçeklik ilkesine verdiği üstünlükte bulunur. Gerçekliğe uyarlanım, "en yüksek iyi" (summum bonum) statüsüne sahiptir; dolayısıyla gerçeklik ilkesinden herhangi bir sapma, derhal bir kaçış olarak damgalanır. Gerçekliğin deneyimi öyle bir deneyimdir ki, kaçış istemeye her çeşit meşru zemini sağlar. Bu, insanların kaçış mekanizmalarına ilişkin psikoanalitik kızgınlığın (infialin) gerisindeki uyum verici ideolojiyi açımlar. Psikoloji düzeyinde bile sanata olan gereksinim, psikoanalizin şimdiye kadar yaptığından daha iyi bir haklı çıkarılışı verilebilir. Kuşkusuz, hayalgücünde de bir kaçış öğesi bulunur, fakat bu ikisi eşanlamlı değildir.
Sanat, gerçeklik ilkesini, hem ondan daha yüksek hem de daha dünyevi bir şey doğrultusunda aşar. Bunu sanatın başına kakmak için hiçbir neden yoktur. Toplumsal işbölümü tarafından tolere edilmiş ve onunla bütünleştirilmiş olan, bir nevrotik sanatçı imgesi, bir çarpıtmadır. Beeşoven ve Rembrandt gibi büyük çapta sanatçılarda, keskin gerçeklik bilinci, aynı ölçüde şiddetli bir gerçeklikten yabancılaşma duyumuyla birleşmişti. Sanat psikolojisine gerçekten uygun düşecek konular, işte bu fenomenlerdir. Sanat psikolojisinin görevi, sanat eserlerini hem sanatçıyla özdeş bir şey olarak, ama hem de ondan farklı bir şey olarak ele alıp, kodunu çözmektir; çünkü sanat eseri direnen bir 'başka'lık üzerine harcanmış emeği temsil eder. Sanatın psikoanalitik bağlamda bir kökü varsa, bu, sınırsız fantazya gücü olmaladır. Kaba psikolojik güç gereksinimi altında bu fantazyalarda parıldayan şey, daha iyi bir dünya oluşturma arzusudur. İşte bu, tüm sanat ve toplum diyalektiğini serbest kılar. Buna karşılık yalnızca bilinçdışının öznel dili çerçevesinde sanat eserine yaklaşan psikolojik görüş, diyalektik bir anlayışa ulaşamaz bile.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...