Mum dibine ışık vermez.
Ara

Hayat Yeniden Başlayabilmektir / Psikolojik Sorunlar

Hayat Yeniden Başlayabilmektir


Önsöz



Ararsanız bulursunuz. Bu, Ken'in umudu çağırmak için uyanışı ve duygusal olarak ızdırap çeken ve daha iyi bir hayat isteyen acı içindeki insanlara verdiği bir sözdür. Evrensel bir hoşgörüyle Ken Vigotsky kendi kişisel kabusunu anlatmıştır, ciddi bir kazadan sonra felç olduğu ve acılar içinde kaldığı bir kabus. Bir roman misali, kitap, okuyucunun acele etmeden hayatı seçmesini sağlıyor; akıl ve kalp nimetini tümüyle kullanmaları için. Saygı ve şevkle bu kitabı yazarken Ken, okuyucuya hayatla yeni bir ilişki kuracaklarına dair söz veriyor.

Her gün kronik acı çeken hastalarla çalışıyorum. Çektiklerine çözümler bulmak ve acılarını dindirmek için mücadele verdiklerini görüyorum. Kaçınılmaz olarak, bu hastalar çaresizlikle ve kendilerinden nefret etmeyle başlayan olumsuz bir çemberin içine giriyorlar, bu da sonunda başkalarını acıları için suçlamaya kadar varıyor. Kronik acı çekenler sonunda yalnızlık, çaresizlik, umutsuzluk hisleriyle kalıyorlar ve mutlulukları için başkalarına bağımlı kalıyorlar. Doktorlar, arkadaşlar ve aile, hastanın rahatlaması için çeşitli stratejiler uyguluyorlar, ama acı, hastanın tavrında değişiklik olmadan dinmiyor.

Zor kazandığı sezgisini kişisel anektodlarla örerek, Ken, acı çekenlerin kurban olmaktan güçlü bir insan olmaya doğru hareket etmesine ışık tutuyor. Acısını nasıl kontrol edeceğini öğrenerek, Ken benliğinden geçip, ruhuna doğru bir yol buluyor. Kitap acıdan kurtulmak mümkün olmadığında, onun nasıl kontrol edileceğini gösteriyor. Ken'in formülündeki sağlıklı bakış açısı, kalbini dinlerken aynı zamanda daha büyük bir güç için aklını kullanmasıyla sağlanmıştır, ki o buna Tanrı der.

Bu kitap iki bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, Ken kişisel deneyimlerini ve insanlığını paylaşır, bu da okuyucunun manevi yolculuğa şahit olabilmesini sağlar. İkinci parçada Ken hikayeler, sezgiler, örnekler ve egzersizler vererek okuyucuları kişisel anlayışı ve tamamlayıcılığı bulmaları yönünde teşvik eder. Egzersizler ?acıyla veya acısız? yaşamak için güçlü bir motivasyonu içerir.

Bir psikolog ve bir insan olarak bu kitabı, kronik acı çekenlere, içlerindeki manevi sesi ve yeni bir hayatı arayanlara öneriyorum.

Jonaşan Siegel, Psikolog

* * *

GİRİŞ

Ölümle burun buruna gelmenin, hayata sizi geri getirmesinin bir yolu var.

Ölümcül kazam olalı 12 yıl oluyor. 12 senelik acı, üzüntü ve gözyaşı, aynı zamanda kahkaha, gelişim ve başarı.

Ben 42 yaşında boşanmış iki çocuk babası bir adamım. Geleneksel olarak bir işim yok, fakat sizinle hayatta kalmak için uğraşırken ve ölümün eşiğindeki deneyimimden sonra tekrar yaşamayı denerken öğrendiğim dersleri paylaşmak istiyorum. Bu, akıl vücut ve ruhun birlikteliğinde keşfettiğim bir yolculuğun hikayesidir. Kişisel değişimimi ve kazadan sonra farkına vardığım günlük hayatın mucizelerini ve keşiflerimi içinde barındırır.

Siz ve ben bu yolculukta kendimizi keşfederken, içimde uyanış hali yenilendi. Keşiflerimin sırlarını ve içsel gelişimimi sizinle paylaşmaktan onur duyacağım. Akıl, yürek ve vücut kilitlerimin anahtarlarını sizinle paylaşırken, hayattaki misyonumu gerçekleştirecek ve kendinizi bütünlemenizde bir nebze de olsa size yardımcı olacağım.

En büyük onur insanın inandıkları ve başardıklarını başkalarıyla paylaşmasıdır. Benimle bu yolculuğu paylaştığınız için teşekkür ederim.

* * *

Ölümün Eşiğinde Bir Deneyimden Dersler

Hayat Yolculuğu

Jetin motorları durma noktasına gelirken gürültüyle inliyordu. Uçağın içinde işadamı kıyafetli yolcu kalabalığı uçağı terk etmeden önce kalın kış kıyafetleriyle boğuşuyorlardı. Okulun ilk günü hissettiklerimi hissettim. Korku ve heyecan karışımı bir duygu.

Bir önceki gün, Los Angeles'ın lüks sıcağında güneşleniyordum. O aralık, Toronto'ya gidişimin dört ay ardından ilk defa Melekler Şehrinde bir turisti oynuyordum. Los Angeles'a son gelişimin üstünden uzun zaman geçmişti.

Sevgili genç eşim Laini, bana katılmak ve otuzuncu yaş günümü kutlamak için sahile inmişti. Rodeo Drive'ın yanındaki Beverly Wilshire Oteli'nde kalıyorduk, küçük bir depremin verdiği zarardan başka otelde hiç bir olay olmamıştı. Belki bu nelerin geleceğinin bir uyarısıydı.

Çok büyük ve kişisel bir iş kararı aşamasındaydım: Ya Los Angeles'a taşınacaktım ya da Roadrunner Jeans Üretim Limited'i bırakacaktım. Çok mükemmel bir iş operasyonunun oraya yeniden yerleşmeme bağlı olduğuna inanıyordum. İş ortaklarım, dört yıl önce işi Montreal'den Toronto'ya taşıyıp işimizi çok mükemmel bir şekilde genişletmeme rağmen, bu fikrime katılmıyorlardı.

Otuz yaşıma kadar, başarının anahtarının, yaşamak ve nefes almak için tümüyle tüketmek hırsıyla tüm projelerin altından kalkmak olduğunu öğrenmiştim. Bir insanın bir şeyi yaptığı ve devam ettirdiği sürece ne yaptığının önemli olmadığını öğrenmiştim. Bu dünyanın tepesinde olmanın püf noktasıydı. Kağıt üzerinde çok paraya sahiptim, ama çok yakında hayatın asıl hazinesinin sevgi, destek ve arkadaşlık olduğunu öğrenecektim.

Laini Toronto'da otururken, ben, Toronto'dan Los Angeles'a haftada bir yolculuk yapıyordum. Laini tam seksenli yılların kadınlarını yansıtıyordu: Eve koşuyor, işte çalışıyor ve muhasebeci olmak için kursa gidiyordu. Motivasyon sahibi, zeki bir kadındı. Bu bir avantajdı, zira şehirden şehire, işten işe koştururken evde pek özlenmiyordum.

Uçak kapısının açılışı Montreal'e vardığımı haber veriyordu. Birden Los Angels'a ait rüyalarımdan uyandım ve realiteye geri döndüm. Kemikleri donduran bir rüzgar, kalın paltomun beni kavramadığı yerlerden içeri girdi. Hosteslerden birisi kışın şehre, ben gelmeden bir gün önce geldiğini söylemişti.

Çantalarımla birlikte zar zor, mücadele vererek terminalde karla kaplı taksi durağına doğru yol aldım. Taksiciye adresi sabah soğuğu gibi buz gibi bir sertlikle verdim. Sıcak taksinin içinde arkama yaslanırken aklıma anılarım geliyordu.

Dört yıl önce Montreal?den Toronto'ya taşınmıştık. Kısa zamanda, şirketin bütçesinin binlerce dolardan 10 milyon dolara çıkmasını sağlamıştım.

Geleceğimi açıklığa kavuşturmak zorundaydım.Kaderin bizim yaptıklarımızdan ibaret olduğunu düşünüyordum. Ben fabrikasyon ve giysi işalatı işindeydim ve satışlarımdaki kuvvetim başarımın anahtarıydı. Müşteri her zaman önce gelirdi. Bu gayet basitti ve hep işime yaramıştı.

Taksi, şirketin baş ofisinin önünde durdu. Girişte Roadrunner Jeans Mfg. Ltd. arması parlak renklerle işlenmişti. Çantalarımı alıp taksiyi bıraktım, ince patikadan geçip ön kapıdan girdim. Şirketin sekreteri Suzan'a kısa bir merhaba dedikten sonra, çantalarımı ofisime koydum ve geldiğimi haber vermek için müdürün odasına indim.

Şirketin %51'nin sahibi olan müdür elinde telefon, bacak bacak üstüne otururken beni selamladı. Karşısında bir yere oturup bekledim. Birkaç dakika sonra telefonla başka bir ortağı çağırdı. Müdür neden orada olduğumu ve her zamanki gibi hazırlıklı olduğumu biliyordu. Onun yanındayken öğrendiğim bir dersti bu; başarı %90 hazırlıkta yatar.

Selamlaşma faslından sonra işimize başladık. Onlara işin başarısının Benim Los Angeles'a gitmeme bağlı olduğunu anlattım. Eğer sevdiğim şeyi yaparsam ve peşini bırakmazsam bunu paranın izlediğini öğrendiğimi anlattım onlara. Müdür bana, bir zamanlar Los Angeles'tayken bulunduğum satış pozisyonuna geri dönmemi önerdi, gerekli gördüğüm değişiklikleri yapmak için gücüm olmayacaktı. Bu alternatif benim için kabul edilebilir değildi, ben de hemen reddettim ve orayı terk ettim.

Aylar sonra, şirketin bazı problemleri olduğunu fark ettim. Müdür ve muhasebe müdür yardımcısı, mali durum hakkında çok az bilgiyi benimle paylaşıyorlardı. Şehri sık sık terk ettiğim için yönetim kademesinde benim bilgilendirilmek isteğime karşı bir vurdumduymazlık hakimdi. Ama bu onların olduğu kadar benim de hatamdı. Yolculuk yapmak bir kişiyi iş mücadelelerinden uzaklaştırıyordu. Para, yeni arabalar ve maaş harici gelirler, her şeyin yolunda olduğu izlenimi edinmemi kolaylaştırıyordu.

O gece annemin evinde kaldım ve ertesi gün Toronto'daki evime döndüm. Daha sonraki aylarda, Toronto alanındaki giysi hattını satabilme hakkını ele geçirebilmek için, daha önceki mükemmel satış sicilimi kullandım. O sıralarda avukatım beni arayıp, ortaklarıma ve avukatlarına iş hisselerime karşılık gelen parayı almak üzere mektup gönderildiğini söyledi. Bu işi avukatıma havale ettim.

Diğer satış fırsatlarını mükemmelen takip ettim. Şubat ayından beri ödevimi yapmıştım ve haziranın sonunda dört giysi hattının satış hakkını ele geçirmiş, satış rotamı planlamış ve işi düzenlemiştim. Temsil ettiğim giysi hattı ağustosun ortasına kadar hazır olmayacaktı. Satışa başlamadan önce örneklerin gelmesini beklemeliydim.

Her şey yolundaydı, sonunda bir ara verebilirdim. Laini ve benim tatile gitme fırsatımız vardı, biz de Nassau, Bahamalar'a gitmeyi seçtik. Her şey yine mükemmel görünüyordu. Hayatım ve geleceğim sonunda yine kontrolüm altındaydı.

Kader-Kaza / 2 Ağustos 1982

*

Motorbot rıhtımına otelimizden botla çok kısa sürede varılabiliyordu. Tüm gün birbiri arkasından insanların deniz yüzeyinden havalandığını görüyorduk. Paraşüt renkli bir motorbota bağlıydı ve onun tarafından çekiliyordu.

Çocukluğumun rüyası her insanla birlikte uçuşuyordu sanki. Tüm sabah bana el sallıyordu, otuz yıllık uçma fantazime takılıyor gibiydi. Çok uzun süre bekledikten sonra bunu yapabileceğimi; yapacağımı biliyordum.

Öğle yemeğinden hemen sonra, motorbot bizi almak için geldi. Otelimizin sahil kenarında bağlıyken Laini ve ben bota bindik. Turistler büyük bir hevesle sırasını beklerken nazik bir esinti vücudumu sardı.

Yirmi kişi kadardık, kıyıdan çok az uzaklıkta olan rıhtım sahile bağlanmıştı. Hafif esinti herkesi rahatlatıcı bir bekleyişe sevk ediyordu. Üç görevli gelen ve giden grupları kontrol ederlerken, turistler can yeleklerini giymişlerdi.

Laini'nin sırasıydı.Kendinden önce denize inecek olan adamın arkasında bekliyordu. Laini'ye son dakika talimatları verilirken, motorbot rıhtımdan 200 yard uzaklıktaydı. Her kelimeyi dikkatle dinliyordum; daha sonra sıra bendeydi.

?Bu kulpları sıkı tutun. Eğer bir yana gitmek isterseniz yavaşça kulbu dönmek istediğiniz tarafa çevirin. Motoru çalıştırırken size sinyal göndereceğim. Elim aşağı indiğinde yavaşça koşmaya başlayın. Sonrasını motor sizin için halleder. İyi uçuşlar.? dedi çalışanlardan Bob. Bir süre sonra elini kaldırdı, sonra indirdi.

Botun motoru, sürücü hızını arttırdıkça, daha hızlı devretmeye başladı. Rıhtımdan uzaklaştıkça ipin gerildiği görülüyordu. Birden Laini havalandı. Mutlu bir şekilde gökyüzünde süzülürken sadece paraşütün altından sarkan dizleri görülebiliyordu. Her dakika heyecanım daha da artıyordu. Bot Laini'i arkasına takmış daireler çizerken saniyeler sanki birer saat gibiydiler.

Elleri turuncu can simidimi kontrol ederken, Bob, ?Bir sonraki sensin.? dedi. Paraşütü ayarlarken ?Kaç kilosun?? diye sordu.

?Altmış beş kilo civarı? diye cevap verdim.

Gözlerimin içine baktı, cevabımdan şüphe duyduğu açıktı. ?Oturun, ne zaman kalkacağınızı ben size söyleyeceğim. Size sesleninceye kadar bekleyin.? dedi. Mesajı önceden binlerce kez olduğu gibi benim için de tekrarladı, sırtını bana döndü ve bize doğru çekilen Laini'ye baktı.

Dakikalar sonra, Laini güvenli bir şekilde yere indi, küçük bir yardımla cankurtaran yeleğini çıkardı, oldukça keyifli görünüyordu.

Bob ayağa kalkmamı ve yerimi almamı istedi. Laini için verdiği talimatları bana da verdi. Başımı salladım ve bir süre sonra aniden kendimi mavi Nassau semalarında havalanırken buldum.

Uçabiliyordum! Peter Pan gibi! Kartallar gibi!

Yüzümü rüzgâr yalarken ben de kuşlardan biriydim. Arkamdaki paraşüt sanki el yapımı bir rüzgârı tutuyormuş gibiydi. Birden bir sarsıntı oldu. Rüzgâr paraşütümü doldurdu, hızım düştü. Küçüklüğümün uçuşunu yapıyordum. Uzun bir bekleyişten sonra.

Rüya Sona Erdi / 5 Ağustos 1982

*

Bir dakikalığına uyandım. Vücudumu, metal parmaklıklı bir yatakta hapsedilmiş buldum. Nerede olduğumu bilmiyordum. Sağ gözümle Laini'nin gözlerini görüyordum. Sol gözüm açılmıyordu. Bu beni o anda fazla etkilemedi. Hepsi bir rüyaydı. Birkaç dakika önce göklerde uçuyordum, şimdiyse hiçbir şey gerçek görünmüyordu... ilk etapta.

Öldüğümü düşünüyordum.Tümüyle armoni içindeki bir boşluk tarafından sarılmıştım. Korkunçtu. Bunun etkisiyle birkaç kelime geveledim. Laini'nin başı sanki konuşuyormuş gibi oynuyordu. Ama kelimeler hiçbir şey ifade etmiyordu. Görme bozukluğumla savaşacağıma, Laini'ye ne yapılması hususunda bir şeyler söylemek için zorlandığımı hissettim. Aklım ve vücudum anlamaya çalışıyordu ve sonunda bilinçsizliğin huzurlu havasında rahat buldum. İlaçla oluşturulmuş bir dünyanın içindeydim. Hastahane çalışanları ve Laini'nin kafasında, acının dış sinyallerinden özgürdüm.

İlk Mesaj / 6 ve 7 Ağustos 1982

*

Ölümün ellerine dokundum ve onu beni isterken buldum. Henüz ölmeye hazır değildim. Kazadan hemen sonra oluşan rüya gibi semboller bana el sallıyordu, bana içsel bir huzur veriyorlardı. Kainatla bir olduğum bir sükunet dünyasına kısa bir ziyaret yapmıştım.

Buz gibi suyla duş yapmak gibi, ilaçlar beni hasar görmüş realiteye geri getirdi. Sarıldığım görüntüler, karmakarışık bir acı yığını haline geldi. Hissettiğim duygular ve korku şimdiye kadar deneyimim olan her şeyin ötesindeydi. Kontrol benden alınmıştı. Etrafımdakilerin merhametine muhtaçtım. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlardı, fakat ben rahatlamak için ağlamak ve avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum.

?Lütfen durun!? diye bağırdım. Hiç kimse duymadı. Baskın gelen acı beni yeniyordu. Aklım ve vücudum ızdırap çekiyordu. ?DURUN! KAHRETSİN, DURUN!? Acı, dinmeyen bir yoğunlukla artıyordu. Okyanus dalgalarının doruğuna ulaşması gibi, yavaşça ve durmadan büyüyor büyüyordu. Bana yardımcı olması için verilen ilaçlar yardım edemeden, bir acı denizinde yüzüyordum.

Çığlığım duyulmuyordu. Onlar benim içimdeydi. O sırada aklımın bağırdığının farkında değildim. Sesim ilaçlar ve acı vasıtasıyla aklımla bağlantısını yitirmişti. Oradaydı ama ben kullanamıyordum.

Bu kalıbın tekrarlanıp durduğunu anlamam yıllar öncesine dayanıyordu. Başkalarının sevgisi ve nezaketi benim irademin bir testi oluyordu. Afyonlu bir ilaç gibi dış dünya yardım etmeye söz veriyordu, fakat, eğer varsa, geçici bir rahatlamadan sonra, ihtiyaç, öncesinden çok daha fazla oluyordu. Aslında cevap içimdeydi. O zaman devam etmemi mümkün kılan, benim için bir hediye olarak verilen bir mesajdı. Hayatta bir misyonum olduğunu biliyordum. Tam olarak ne olduğu dış dünyanın müdahelesiyle örtülüyordu. Eğer hemşireler, doktorlar, arkadaşlar ve ailem müdahele etmeden acımı hissetmeme izin verseler iyileşme daha çabuk gerçekleşecekti. Sonunda şunu söyledim: ?Onları affediyorum, ne yaptıklarını bilmiyorlar.?

Hediye / 8 Ağustos 1982

*

Uyandım. Dünyam, birkaç dakika öncesi gibi içimde odaklanmamıştı. Düşüncelerim kıpırdıyordu.

Karmaşa ve hengame sona ermişti. Bir dakika önce kim olduğumu biliyordum, fakat birden yaşayan dünyaya güvenmeye başladım. Yeni doğan bir çocuk gibi tekrar doğmuştum.

Sağımda, pencereden gelen ışığı görmek için başımı çevirmeye başladım.

?OOOOOVVV!? diye acıyla bağırdım. Başımı çeviremedim. Bilincimi korku kaplamıştı.

?BU KAHROLASICA OLANLAR NE!? diye bağırdım. Karşımda sisler içinde beyaz bir şeylerin benim tarafıma doğru geldiklerini görebiliyordum. Hemşireler iniltilerimi duydular.

Bir şeyler sol gözümün görüşünü bloke ediyordu. Sağ elimle bunu çıkarmak için uzandım. Bir el nazikçe kolumu kavradı. Sisli bir yüz görüş alanımı kapladı ? Adım Beş, hemşirenizim. Doktor birazdan gelir.? Yavaşça kolumu yerleştirdi.

?Ne oluyor? Neredeyim ben??

?Nassau Genel Hastahanesi'ndesiniz,? dedi koyu bir ada aksanıyla. ?Doktor buraya gelir gelmez sorularınıza cevap verecek. Eşiniz de burda. Onu getirmeye gittiler. Şimdi bu hapları alın, kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.?

?Su?? diye sordum, verilen hapları alırken. Damağım kupkuruydu. Bardağı sağ elimle tutarken hapları sol elimle almak istedim. Ama sol elim istediğim yerde değildi, nerdeydi? Başka bir acı dalgasının beni vurup vurmayacağını merak ettim.

?İşte suyunuz,? dedi Beş, içinde kamış olan bir bardağı uzatırken. ?Hapları ağzınıza alın ve bir yudum su için, yavaşça.?

Sonra ağzımı kuruladı.

?OOOVVVV!? diye bağırdım. Kavurucu bir acı sol tarafımı yakıyordu. Vücudum acıyla gücünü yitiriyordu. Bu acıdan beni daha çabuk kurtarır diye hapları hemen yuttum. Döndüğünde Beş'in yüzünü bir tatmin görünüşü kapladı, işini tamamlamıştı, gitti.

Bu sonsuzluğun benzeri bir şeydi, ama aslında sadece dakikalardan ibaretti.

Haplar etkisini gösterdi. Başımı kapıdan tarafa doğru çevirdim. Tanıdık bir yüz arıyor ve tanıdık bir yüz için dua ediyordum. Laini neredeydi? Başka bir acının beni yokladığını düşündüm. ?Tanrım bana yardım et.? diye rica ettim. Daha fazla acı beni tüketirken yalvarışlarım cevapsız kaldı. ?Lütfen,? diye yalvardım. ?Lütfen bana yardım et.? Gözyaşlarım görüşümü kapladı, acı çekerken ve beklerken acınacak haldeydim.

Gözyaşlarımın arasından birden Laini'nin yüzü belirdi. ?Gözzlüükkklerriimm!? diye bağırdım acıyla. Bir dakikalığına konuşmalarımın kontrolünü kaybettim. Küçücük bir kıpırdanma dahi acımın yoğunluğunu aşırı derecede arttırıyordu. Aklım uyuşmuştu.

Kızgınlık! Korku! Karışık duygularca kutsanmışım gibi ?buraya' ve ?şimdi'ye itiliyordum. Laini'yle tutarlı bir şekilde konuşabilecek kadar rahatlamadan önce uzun zaman geçmişti. O zamana kadar doktor geldi.

?Mr. Vegotsky, Ben Dr. Kassees. Nasılsınız?? diye sordu.

?Ben...? başka bir acı spazmıyla sesim kısıldı. Dr. Kassees sabırla kontrolü tekrar sağlamamı bekledi. Acılı patlamaların arasında ve yarım yamalak bir sesle kim olduğumun ve başıma gelenlerin bir kısmının bir resmini çizebildim. Laini geri kalanı tamamladı.

Detayları anlatırken Laini titriyordu. Paraşütle botun arkasından yükselişim çok fazla hızlı olmuştu. Ben ve paraşüt bota zincirliydik, ama botun motoru birden durmuştu. Bota bağlandığımız zincirle, rıhtımda bizi çekmek için kullanılan ip dolanmıştı, ben de rıhtıma çakılmış ve suya batmıştım. Hayat belirtisi göstermeyen vücudumu sudan çıkarmışlar, önce hayat öpücüğüyle yeniden nefes almamı sağlamışlar, sonra da hastahaneye kaldırmışlardı.

Bu olaylar hakkındaki hafızam bloke olmuştu. Bana verilen ilaçlar ve ?ölüm'üm sırasındaki geçirdiğim yolculuk aklımın başa çıkamayacağı bir kaos oluşturmuştu.

Kazanın kimin hatası olduğu önemli değildi. Bir sebepten dolayı olduğunu biliyordum. O sebebi aklımın ve acımın derinliklerinde kaybetmiştim. Rıhtımdaki ahali kadar benim de kazada sorumluluğumun olduğunu fark ettim. Sonuçta, bu kontrolümüz dışındaydı; olması gerekiyordu. O sırada öğrenmem gereken dersler ve galiba bir de hediye vardı. Tam olarak öğreninceye kadar almam gereken dersleri hayatım boyunca tekrar ettiğimi fark ettim. Bu fikri acının yakında tekrar geleceğini düşünerek bir kenara koydum ve geldi, hem de sık sık.

Kendinizi kontrollü kalmaya zorlamak, paniğin başka bir formu. Bunu hayatımın çok daha sonrasında fark ettim. Olaylara zorla müdahale etmektense, her şeyi gidişatına bırakmanın daha iyi olduğunu öğrendim. Bu ders, benim şimdi her gün hatırladığım bir derstir. Paniğin ve sükunetin cevabının içimde olduğunu sezinliyordum. Bende her şeyin bir sebepten kaynaklandığı üzerine bir sezgi baş gösterdi.

On gün sonra, hastahaneden taburcu oldum. Başımın sol tarafındaki kabuk bağlamış yara hemen hemen dökülmesine rağmen, sol gözümün fonksiyonu yarım yamalaktı. Sol kolumun askıda durması hariç, fiziksel olarak dış Dünya'ya normal görünüyordum. Sol kolum üzerinde hiç kontrolüm yoktu. Ufacık bir hareket bütün vücudumun acı çekmesine yol açıyordu. Yavaş yavaş, kendime ait kontrolü kaybettim, dişlerimi gıcırdatmaya ve beddua etmeye başladım. Çok küfreder olmuştum.

Hastahaneden otelimize kadar yaptığımız yürüyüşte çok kısa bir mesafe beni tüketmişti. Bir ciğerle nefes alıyordum. Sol akciğerim, sol diyaframıma felç inmesinden dolayı çalışmıyordu. Bahama doktorlarının benim için yapabileceği pek bir şey yoktu. İlkel aletleri ve tıbbi teknikleriyle, X ışınlarının içimde bir yerlerde bir şeylerin ters gittiğini göstermesinden başka bir işe yaramıyorlardı. Durumum aynıydı. Haplar acılarımı hafifletmek için benim duacılarımdı. O zamanlarda Laini ve haplar değer verdiğim yegane varlıklardı.

O gece Laini ve ben otelde kalmak zorunda kaldık. Önceden kaldığımız otelden daha ucuz bir otel seçti, zira önceki otelimizde kalsaydık kısa sürede harcamalarımız dağlar kadar olurdu. Havaalanı yetkilileri benim için ayarlama yapmaları için bir gün otelde kalmamda ısrar ettiler, diğer türlü hava ambulansıyla taşınacaktım. Tanrı'ya şükür doktor bana ağrılarımın bir kısmını geçirecek ve yüzümü güldürecek bir ilaç yazdı. İlaçlar ve eve geri dönme arzusu beni yirmi dört saat idare etmişti. Ondan sonra, sol tarafıma ufacık bir temasta ters düz olmaya başladım. Ufacık bir dokunuş sol tarafıma acı dalgaları gönderilmesine sebep oluyordu.

Ümitsizce, Laini'nin elini kavrayabildiğim kadar kavrıyordum. Bu benim akıl sağlığıyla tek bağımdı. Bu en basit insan teması benim bazı şeylere konsantre olmamı sağlıyordu: Eve gitmek,doktorumu görmek, vücudumu sağlığa kavuşturacağına inanmak. Umutsuz bir şekilde aklımı vücudumdan boşamaya çabalıyordum. Umut ve umutsuzluk o gece ve ertesi gün bütün yoğunluğuyla birbirine karışıyordu. Yaşayan cehennemimden kurtuluşum ilaçların sağladığı rahat uykumdu.

Sonunda Evim / Ağustosun ortası 1982

*

Montreal'den bizi havaalanında karşılamak için annem geldi. Beni görünce görünür şekilde rahatlamıştı. Ona göre ben, temelde iyi görünüyordum. O zaman vücudum iyi göründüğü için hep şükrediyorum. Fakat o sıralarda vücudum dumura uğramaya başlamıştı bile.

Aile doktorumuz Doktor Prober, eve geldiğimizin ilk saatlerinde beni görmeye geldi. O günlerdeki inceliğine ve ilgisine çok değer veririm. Gerçekten çok ince bir ruha sahiptir, bekleme odasını dahi kapasitesiyle doldurur. Gerçekten üzüldüğü tek şey hastalarına yardımcı olmaya çalışırken muayehanesinde sınırlı aletle çalışmasıdır. İlk yaptığı şey, Dr. Kassees'in verdiği ağrı kesici ilacı kesip yerine daha sağlıklı bir ilaç vermek oldu, zira kullandığım ilaç uzun vadede böbreklerin iflas etmesine yol açıyordu. İlaçlarla olan baştan çıkarıcı yolculuğun başlangıcıydı bunlar, bu gizli ilişki sözler veriyordu, ama bedelinin ağır olduğunun sonradan farkına varacaktım.

Laini arabayı park ederken arabadan Norş York Genel Hastahanesi'nin acil girişine kadar beraber yürümek için annemi çağırdım. Hastahane kapısı elektronik olarak açıldı. Annem beni resepsiyoniste doğru götürürken kendimi tam bir kazazede gibi hissettim. Sonra oturduk. Dr Pober beni bekliyordu. Resepsiyonistin, Ken'i insanlıktan çıkarıcı Nassau'da başlayan işlemi burada da tekrarlandı.

?Ad? klak klak klak

?Doğum tarihi? klak klak klak

?Yanınızdaki kişinin size yakınlık derecesi? klak klak klak

Bu formalite sürdükçe sürdü. Hastahane acil servisinin bütün soğukluğu bir tek insanda vücut bulmuştu. ?Artık yardım edin.? diye bağırmak geliyordu içimden. Duyulmayacağımı biliyordum. Uyuşmuştum ve ilgiden dahi korkuyordum. Kendimi bir insandan çok bir nesne gibi hissediyordum. Acıdan göz yaşı döküyordum, soruların bir kısmını Laini ve annem cevaplıyordu.

Eve gitme olanağı ve kendime ait eşya alma imkanı olmadan birkaç hafta ?Hadi bu adamda neyin bozuk olduğuna bir bakalım? diyenlerin sözüne uydum. Tıp topluluğunun hastaları insanlıktan çıkarma ve onları eşyasallaştırma eğiliminin onları onure ettiğini fark ettim. Yaşayan ve hisseden bir insandan çok kendimi bir para makinesi gibi hissettim. Bunun sağlık çalışanlarının kendilerini hastaların acılarından uzak tutmak için kullandıkları bir yöntem olduğuna inanıyorum. Bunu anlayabilirim ve şu anda kabul edebilirim, o zaman bunu kabul edememiştim. Günlük travmalarla boğuşan hastalara onların bir başka yardım metodu bu.

Bende ne olup bittiğini anlamak için bir grup doktor üzerimde çalışıyordu. Demir attığım insan Dr. Prober'dı. Doktorların neden beni incelemeleri gerektiğini bana anlatıyordu. Şimdi bir nöroloğum, bir akciğer uzmanım ve benim için çalışan yardımcıları vardı.

X ışınları, iğneler, haplar, sinir ve refleks kontrolü vuruşları, daha fazla X ışını, daha fazla iğne, daha fazla hap, ECG, EKG. Liste sonsuza kadar sürüyor gibiydi, iyi bir ölçüm için nefes alma kapasitemi de test ediyorlardı. Nefes alıp vermek bir problemdi. On dört yıl sigara içmeye, çalışan tek akciğer eklenince benim için ağır bir yük haline geliyordu. Bugün dahi sigara içmek arada sırada devam ettiğim alışkanlıklarımdan birisi. İki sene bıraktım, art arda mazaretler bulup başladım, sonra tekrar bıraktım. Bu kendi başıma oynadığım bir oyundur, Rus ruletinin yavaşlatılmış şekli.

İki buçuk hafta sonra, bağımsız bir şekilde kendimi idare edinceye kadar Laini'nin ve günlük ihtiyaçlarımda bana yardımcı olacak olan bir bakıcının bakımına bırakılmıştım. Bu doktorların benim için seçtiği ikinci safhaydı.

Uzman

Dr. Bay'in ofisi St. Michael Hastahanesi'ndeydi. Küçük bekleme odasının kapısını Laini açtı. Ofis tıbbi açıdan etkili olunduğunu gösteren bir tarzda döşenmişti. Eski ahşap mobilya döşeli açık yeşil boyalı odası, iki sekreteri, bir resepsiyonistiyle önemli bir adam imajına uyuyordu. Bu doktora bir üstünlük veriyordu ve tüm bunlar beni insanlıktan daha da uzaklaştırıyordu sanki. Ellerinde sol elimin kaderini tutuyordu.

?Ad?

?Sağlık karnesi?

Doktorların resepsiyonistlerinin sorduğu bu sorularla piştiğimi hissediyordum. Artık hep ağrıyan sol koluma aldırmadan bu soruları mekanik olarak cevaplandırabiliyordum. Problemlerimin cevaplarını arıyordum ve nerede ümit görürsem çağırıyor, yazıyor, yürüyor, acımı başımdan atmak için her şeyi yapıyordum. Ancak ne kadar uğraşırsam acı o kadar beni feşediyordu.

İlaçlara ve doktorlara bağımlılığım, hükümranlığını sürüyordu. Dış dünyaya bağımlılığım çiçek açıyor, iç kuvvetimi ve vakaretimi kemiriyordu.

Laini ve ben Dr. Bay'in muayene odasına girdik. Hemşire odadan çıkarken mekanik bir dille meslektaşlarının söylediklerini aynı şekilde tekrarladı: ?Gömleğinizi çıkarın. İşte önlük. Doktor birazdan sizinle olacak.? Bir nesne gibi davranılmaya alışmaya başlıyordum. Kendime acımaya başlamıştım ve bu acıma gerçekten müptela edici bir ilişkiydi, en korkuncu bundan hoşlanmaya başlayışımdı. Modern tıp dünyasında koşulların kurbanı olmak kolaydır. Sanki içim dışıma çıkmış gibi hissediyordum, çıkmıştı da. Sanki kendim için değil, tıbbi uygulamaların yararına orada olduğumu düşünüyordum.

İçeriye uzun boylu, üzerinde beyaz laboratuvar önlüğü olan sert bir adam girdi, elinde rontgen bilgileri vardı. Bana bakarken sanki hala röntgenle ilgili bilgileri okumaya devam ediyor gibiydi. Küçük bir kağıdın içine sıkıştırılmış birkaç kelimeden başka bir şey değildim. Bana tekrar bakarak: ?Ben Dr. Bay, siz Ken Vegotsky'siniz? dedi.

Niye bu doktorların hiçbirisinin ilk isimleri yoktu? Kendimi yine bir eşya gibi hissetmiştim. Acı düşüncelerimi keserken ?E-vet? dedim

?Askınızı çıkarın ve sol kolunuzla neler yapabildiğinizi görelim.? dedi. Düşünmeden dediğini yaptım, her hareketimde duyduğum acı doğaüstü bir olay gibi geliyordu.

Hızla kolumu muayene etti, sorular sordu ve sonra ?Giyinin ve bekleme odasında beni bekleyin.? dedi. Ben daha muayenenin bittiğini anlamadan gitti. Ken Vegotsky'nin tanımı sadece gövdesiz bir kol yarasından ibaretti. Acı veren yarasıyla bir adam değil; bir vaka çalışması, tıbbi bir anormallik, nörolojik/ortopedik ucube bir his veya duyum kaybı.

Birkaç dakika sonra, Laini ve ben doktorun özel odasına sokulduk ve birer sandalyeye oturduk. Dr. Bay'in çizelgemi inceleme sonuçlarını beklemeye başladık, arkasındaki aydınlatılmış duvarda omuriliğimin röntgenleri asılıydı.

?Kolunuzda pleksus hasarı var. C4, 5 ve C6 sinir hücreleriniz köklerinden ayrılmış ve C 2, 3, 7 ve 8 sinir hücreleriniz de hasar görmüş. Siz sinir hücrelerinin aşırı çalışması ve yanlış yerde çalışmasının mükemmel bir adayısınız.? Konuşmaya devam etti. Ama ben bir şey duyamadım. Ben bir adaydım. Sonunda dualarıma karşılık veriliyor diye düşündüm.

?... Eğer ameliyat edip, zarar gören dokuları alırsak acının bir kısmı azalabilir.? diye devam etti.

Rahatlamak için bir ümit vardı. Diğer bütün düşüncelerimi hasır altı ettim. Acısız bir yarının hayali aklımı kapladı.

?... Sol bacağınızdan bir sinir alınıp sol kolunuza takılacak, böylece sol kolunuzda bir miktar kontrolünüz olacak...?

Kolumu tekrar kullanabileceğim diye düşündüm.

?... İşe yarayıp yaramadığını anlayabilmemiz için iki yıl gerekebilir...?

İki yıl, çalışan bir kol için ufak bir bedel.

?Ameliyat tarihinizi mümkün olduğu kadar kısa bir sürede belirleyeceğim.? Sesinde küçük bir heyecanın izi saklıydı.

Direkt tavrı ve yoğun deneyimi uzman ellerde olduğumuzu düşündürüyordu. Holde ayakta dururken kendimi ümitli ve tatmin olmuş buldum. Duygularım, düşüncelerim gözyaşlarıma karıştı. Uzun bir süreden sonra ümit bulmuştum.

Ameliyat yeterince basit görünüyordu. Dr. Bay sol bacağımdan siniri alıp, sol koluma takacaktı, orada onlar serpilip gelişecekti, böylece beynim kolumla iletişim kurabilecekti. Arabanın bozuk parçasını değiştirip, sürücünün arabayı tekrar kullanmasını sağlamak gibi bir şeydi.

Eve gelince Laini'e otomatik tüfek gibi rüyalarımı anlatmaya başladım. Durmadan konuşuyordum. Konuşmak bir şekilde beni oyalıyordu.

Eylül, 1982

Fazla bir şey söylemeyen ve fazla bir şey yapmayan nöroloğum, bana Dr. Bay'in mektubunun bir kopyasını gönderdi, mektubu heyecanla tekrar tekrar okudum. Kafam ilaçlardan dolayı sersem gibiydi ve acıdan dolayı konsantre olamıyordum. Böylece her şeyin bir kopyasını istemeye başladım. Bu yolla bana ne yapıldığını anlayabiliyor ve ne olup bittiğini düşünmek için zamanım oluyordu. Vücudum çok yıpranmıştı, bu yüzden rahatlığı uykuda arıyordum. Acıyla tükenişim sadece fiziksel değildi, duygusal ve akli olarak da tükeniyordum.

Bir arkadaşım bana video ve video kasetleri gönderdi. Sevdiğim bilim kurgu filmleri ve hatta yetişkinlere özel kasetler dahi beni uyanık tutamıyordu. Acıdan başka, hiçbir şey, kesinlikle hiçbir şey beni uyumaktan alıkoyamıyordu.

Acıların arasında Dr. Bay'in mektubunu tekrar tekrar okuyordum. Bu onun gelecekteki bakımım için oyun planıydı. Benim rahatsızlıklarım üzerinde, dünyada ilk ameliyat yapan doktor kendisiydi ve listenin en üstlerinde yer alanlardan biriydi. Eğer en iyi operatör değilse, benim rahatsızlığım üzerine en iyisiydi.

Geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki sağlık bakımım aklıma gelince gözyaşlarım kurudu. Dualarım ve ümitlerim bir kez daha ayaktaydı. Doktorumun hastahaneye gönderdiği mektubun kopyası elimdeydi.

RE. Kenneş Vegotsky

?... Bu işi sinir nakliyle halledeceğiz.?

Bana iyi göründü.

?Onu hastahaneye getireceğim.?

Daha iyiye gidiyor.

?Ve gelecek iki yılda omuz zedelenmesine ait sorular dikkate alınacak ve dirseğine Steindler prosedürü uygulanacak.?

Evet! Evet! Evet! İki yılda iyi olacağım.

?... Kendisi son on yılda gerçekleştirdiğim 150 kola ait pleksus ameliyat vakasından birisi olacaktır.

?En iyi dileklerimle, A. R. Bay, M. B., F.R.C.S. ( C )?

Ameliyat hakkında ve ne olabileceği üzerine bir kitap okuyordum. Şans eseri, St. Micheal Hastahanesi çalışanlarından birisi tarafından yazılmıştı. Bu da konusuyla daha çok alakadar olmama yol açtı. Yazılanlar pek ümit verici değildi. Kitapta yer alan yıllar içinde hastahanede 1600 ameliyat olmuş, ameliyat olan hastaların yüzde üçü ölmüştü. Beni korku sarmıştı. Hiç bir planım yoktu, ama her şeyi tekrar değerlendirmenin zamanı geldiğine karar vermiştim. Ameliyata sıra gelince, sonuçlarıyla benim kadar yaşamayacak birisinin ellerine hayatımı teslim ettiğimi fark ettim. Doktorlar halkın gözünde Tanrı gibiydi ve hatalarını gömüyorlardı.

Hayatımın kontrolünü bir başkasının eline verme fikrinden huzursuz oluyordum ve güçlerinden feragat etmenin onları rahatsız ettiğinin de farkına varmıştım.

Aldığım on beş çeşit ağrı kesici vardı ve hiçbirisi acıyı hafifletmiyordu. Her yeni tıbbi müdahale ümidimin bir kısmını alıp götürüyordu. Başarısızlığa uğrayan her hapla birlikte yaşama isteğim de eriyordu. Gittikçe artan üzüntü ve depresyon hayatımın parçaları olmuştu. Umutsuzluğum arttıkça doktorlara gidip gelmeler çoğalıyordu. Doktorlar bana ilaç reçeteleri yazıp, benden kurtulmaktan başka bir şey yapamıyorlardı. Kısır bir döngüydü bu. Güçlü olan bazı insanların ilaçların yan tesirlerinden kurtulmak için ilaçları bırakma teşebbüslerini görüyordum.Ama ben korkuyordum.

Kim bu hap makinesini bu kadar kuvvetli yapmıştı?

Bu soru içimi kemiriyordu. Bugün sizin ve benim sağlık sorumluluğumuzu başkalarına hiç sorgulamadan bıraktığımızın farkına vardım. Geleneksel sağlık-bakım vericileri bu hediyeyi kabul etmişler. Bunun anlamı hayat boyu lüks ve her istenildiğinde kendilerine ulaşılamamaktır. Sadece onlardan isteneni yapmaktadırlar. Kendi gücüme sahip olma arayışlarım korkularımla birlikte filizlenmeye başlamıştı ve kök salıyorlardı.

Kader Gecesi

Birkaç dizi ameliyattan sonra sol kolum kazanın hatırlatıcısı gibi işe yaramaz bir şekilde sarkıyordu. Deri bir askı kolumun sarsılmasını engelliyordu. Zira en ufak bir sarsıntı vücudumu acıdan dumura uğratıyordu. Daha çok hap, almaya başladığım daha çok alkol, daha çok çabalama acımı hafifletmiyordu. Hüsrana uğramıştım, bir gece bir saatin içinde bütün haplarımı bitirdim. Acım ruhumu ve benliğimi yiyip bitiriyordu. İçmiştim ve arkadaşımdan evime dönüyordum. Eve dönerken düşünmek için zamanım oldu. Soğukkanlı bir katil gibi bir sonraki hareketimi planlıyordum. Kurban bendim. Rahatlatan cevaplar için ettiğim dualardan ümidimi kesmiştim. Kızgınlıktan, hayal kırıklığından, korkulardan çok uzaktım. Hiçbir şey önemli değildi, hiçbir şey!

Bir şekilde arabadan çıktım ve yatak odamın yolunu tuttum. Geç olmuştu ve Laini uyumuşa benziyordu. Aşağı katın ışığını ve benim yatağımın lambasını açık bırakmıştı.

Yatağa geldim, askımı çıkarıp yatağa uzandım. Son bir kere Laini'e baktım, sessizce uyuduğunu görerek döndüm. Işığı kapattım, tıpkı kendi hayatımın son sayfasını kapatmayı planladığım gibi. Usul usul ağlamaya başladım.

?Tanrım yardım et, noluur!? gözyaşlarımla bir çocuk gibi yalvarıyordum. ?Lütfennn, dayanamıyorum. Bu acı.. bu acı hiç bitmiyor, nolur bitmesi için bana yardımcı ol.? Artık gözyaşlarım yağmur gibi şıpır şıpır akıp gömleğimi ıslatıyordu. ?Hayatım yaşamaya değmez, kendimden nefret ediyorum, bu acıdan nefret ediyorum. Çok geç olmadan lütfen yardım et... Tanrım yardım et.?

Birden acı, korku, hayal kırıklığı, kızgınlık ve daha bir çok duygu birbirine karıştı. Rıhtıma geri döndüm, kendimi havada seyrediyordum. Kafamdaki bant o kadar net çalışıyordu ki güneşin sıcaklığını hissedebiliyordum ve kalabalıktaki dehşeti. Bu sefer ben bir gözlemciydim. Çaresizce, rıhtıma çarparken kendimi izliyordum, suya daldım ve öldüm. Korku, hüsran ve kızgınlık kalabalığı sarıyordu. Çaresiz bir şekilde yetişip, olup bitenleri durdurmaya çalışıyordum. Sonunda gerçeğin farkına vardım. Gerçekten ölmüştüm. Bundan sonra olaylar kafamda gerçekleşiyordu. Ölümün eşiğinde bütün kainatla birlikte olmuştum, bütün kainatın düşünce ve duyumlarıyla, evrensel bir zekayla... İçsel bir sükut beni doldurdu ve duygularıma işledi.

Fırtınanın arkasındaki sesizlikti bu.





Ken Vegotski

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...