Mum dibine ışık vermez.
Ara

Türk- Ermeni Meselesinde Mağduriyet Psikolojisinin Etkisi / Psikolojik Sorunlar

Türk- Ermeni Meselesinde Mağduriyet Psikolojisinin Etkisi

Travma yaşamış bireylerde görülen uzun süreli psikolojik sorunlardan biri, kişinin kendini zayıf, kurban, mağdur; dünyayı ya da diğer insanları güçlü, zalim ve düşman olarak algılaması, gerçeklikten kopuk bir kendilik-kimlik tanımlamasına sahip olması ve bu yüzden kişiler arası ilişkilerde sorunlar yaşamasıdır. Kişinin yaşamını çok genelleşmiş bir sorun olarak kaplayıp önemli problemlere neden olabilecek bu olgu ?mağduriyet psikolojisi? (victimization) olarak bilinmektedir.

Mağduriyet psikolojisi olgusu, uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan olayları ve politikaları, grup kimliği ve psikolojisi modelinden bakarak anlamaya çalışırken işimize yarayacak bir metafor olabilir. Gruplar arası ilişkilerde yaşanan, başta etnik olmak üzere pek çok dini, kültürel, ekonomik ya da siyasi çatışmanın içinde işleyen bir mekanizma olarak ?mağduriyet psikolojisi? Türk- Ermeni sorununda da önemli bir ?sürdüren? faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle, ulus-devletler içinde ortaya çıkan ayrılıkçı hareketlerde ya da toplum içindeki marjinallerle ya da azınlıklarla devlet arasındaki ilişkilerde bir tarafın kurban rolüne girdiği görülmekte, var olan ilişki ulusal ve uluslararası düzlemde mağdur eden- edilen, kurban- zalim ikiliği olarak algılanmaya başlanmaktadır.

Tarih boyunca gruplar arası ilişkilerde haksızlıklar, mağduriyetler, zalimce uygulamalar ya da bir grubun ya da gücün diğer grup üzerinde aşırı ve/veya haksız güç kullandığı pek çok deneyim gerçekten yaşanmıştır. Amerika'nın Japonya'ya atom bombası atması, farklı etnik yapıdan grupların Balkanlar'da, Kafkasya'da çatışması sırasında eşit olmayan güçlerin ve yanlı politik yaptırımların kullanılması ve Avrupa'da Yahudilerin Naziler tarafından soykırıma uğratılması buna örnek olabilir. Bu örneklerde, uluslararası düzeyde genel geçer kabul görmüş ortak gerçeklik, bir aşırı güç kullanımının varlığıdır. Bu da zarar gören tarafın gerçekten mağdur bırakıldığını düşündürmektedir.

Mağduriyet psikolojisinin bir de görünmeyen yüzü vardır: ?mazuriyet psikolojisi!? Bu olgu, insan hakları ve eşitlik gibi Avrupa kökenli batı kültürünün idealleştirdiği nosyonların içinde gizliden gizliye işlemektedir. Öyle ki, modern batılı toplumlarda -kökenleri geçmiş barbarlıklarından ve hakkaniyetsiz uygulamalarından gelen- mağdura karşı aşırı ve olumlu yönde ayrım yapma hatta mağduru kayırma eğilimi olarak göze çarpmaktadır.

Doç. Dr. Erol Göka, Ermeni sorununun büyümesindeki psikolojik etmenleri sıralarken toplumlarda soykırım için uygun bir psikolojik atmosferin varlığından söz eder. Göka yazısında, ?Bu psikolojik atmosferin ana çerçevesini, Almanlar tarafından Yahudilere uygulanan ?Soykırım? (Şe Holocaust) oluşturmaktadır. ?Yahudi Soykırımı? çerçevesinde, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, bazı sosyologların ?insan hakları çağı? diye adlandırdığı bir hukuksal anlayış ve ona bağlı adeta mağduriyete yüksek prim veren, mağdur rolüne teşvik edici yeni bir ideolojik ve psikolojik atmosfer ortaya çıkmıştır.? diyerek batı toplumlarında giderek daha çok kabul gören ve olumlu bir olgu olarak popüler hâle gelen mağduriyetin, Ermeniler tarafından istismar edildiğini ve bu gibi grupların haklı kabul edilebilecek acılarının üzerine fazladan mağduriyet giydirerek yarar kazanmaya çalıştıklarını savunmaktadır. Göka, mağduriyet psikolojisinin altında işleyen asıl mekanizmanın, iki dünya savaşının sorumlusu olan batı medeniyeti ülkelerinin ?mazuriyet psikolojileri? olduğunu vurgularken, Ermeni diasporası tarafından empoze edilmek istenen ?Hitler soykırım yapmayı Türkler'den öğrendi? tezinin gerçekte Batılı-Hristiyan bilinçte günahlarından arınma arzusu ile ortaya çıkmış, ?aslında biz böyle şeyler yapmayız ama bunu Türkler'den öğrendik? mantığında işleyen bir mekanizmayla arınma isteği olarak ele almaktadır. Dünyada Yahudiliğin mağduriyetten beslenen, büyüyen, güçlenen bir yapısının olması dikkat çekicidir. Holocoust'un, Yahudilere karşı pozitif yönde ayrımcılık yapılmasına neden olduğu düşünülmektedir. Yahudilik bu durumu da kullanarak güçlenmiştir. Buna örnek verecek olursak, Fransa gibi fikir özgürlüğüne büyük önem verilen bir batı demokrasisinde bile anti-Semitist bir yazı yazmak ya da Yahudilere soykırım uygulan-ma-dığını söylemek yazarının hapis cezasına çarptırılmasına neden olmaktadır. Ayrıca 1993'te Avrupa Konseyi bünyesinde Hoşgörüsüzlük ve Irkçılığa Karşı Avrupa Komisyonu (European Commission Against Racism and Intolerance) (ECRI) tarafından yayınlanan ve üye ülkelerin ortak kararıyla imzalanan deklarasyonun ırkçılık ve anti-semitizmle mücadele etme mekanizması olduğunun vurgulanması dikkat çekicidir.

Holocaust ile Yahudi kimliği arasında ortaya çıkan ilişki, Ermeni kimliğinin inşasında da kullanılmak istenmektedir. 9 Ekim 1948'de Birleşmiş Milletler'de imzalanan ?Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması? anlaşmasından sonra, 1950'lerden itibaren Ermeniler, 1915 tehcirinin de bir soykırım olduğuna dair iddialarını yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır. O dönemde ABD, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkelerde yaşayan Ermeni diasporası, dil, yaşam tarzı, cemaat alışkanlıkları gibi Ermeni kimliğinin önemli parçalarının ikinci ve üçüncü kuşak Ermenilerde yok olmaya başladığını, yani asimilasyona uğradıklarını fark etmeye başlamıştır. Özellikle batılı ülkelerde Ermeni kimliğinin erimesinden dolayı varoluş tehdidi yaşamaya başlayan Ermeni Kilisesi, Hınçak ve Taşnak Partileri ve Ermeni yardım kuruluşları, Ermeni toplumunun yaşadığı ülke ile kaynaşmasını önlemeyecek, ancak Ermeni kimliğini canlı tutacak bir formül olarak soykırım iddialarını kullanmıştır. Özellikle diasporada yaşayan Ermeniler'in ekonomik, siyasi, kültürel yapı, doğal kaynak ve sosyal yaşam yönleriyle zayıf olduğu görülen Ermenistan'ı geri dönülecek bir anavatan olarak algılamaması, ?soykırım zihinsel imgesinin? hem duygusal olarak ortak kimlik inşasını sağlayan, hem bu kimliği kuşaktan kuşağa aktaran ve Ermeni kimliğini pekiştiren güçlü bir zihinsel anavatan işlevi görmesini sağlamıştır.

Ermeni kimliğinin önemli bir parçasını oluşturan ?mağduriyet psikolojisi?, temellerini Ermeni mitolojilerinden alır. Ermeniler ilahi dinlerin kutsal hikayeleri arasında geçen Nuh Tufanı öyküsünde yer alan, Hz. Nuh'un soyundan çoğalıp kavim haline geldiklerine inanmaktadırlar. Onlara göre, Ağrı Dağı'na çıkarak hayatta kalmayı başaran kavim Ermenilerin atalarıdır. Aynı zamanda Ağrı Dağı'nın da onlara ait kutsal bir toprak olduğuna dair inançları buradan gelmektedir. Bu inanç Ermeni Kilisesi tarafından pekiştirilmektedir. Ermeniler bu inançla kendilerini ?seçilmiş ulus? olarak tanımlarlar. Kavimlerinin başlangıç kökenlerinde bile görülebilen Nuh Tufanı gibi zorlu testleri ve hayatta kalma mücadelelerini aşabilme kabiliyeti ve dayanıklılığı gösterdiklerine duydukları inanç, kimliklerinin bir parçası haline gelmiştir. Ermeni Kilisesi'nin 1915 Tehcir olayı ile Nuh Tufanı arasında bağlantı kurmaya çalışması da Ermeni kimliğinde büyük felaketleri atlatıp hayatta kalmayı başarabilmiş ?mağdur ulus? imajını güçlendirmektedir. Ermeni Kilisesi'nin bilinçli olarak vurguladığı bu benzetme, aynı zamanda soykırım olarak niteledikleri tehcirin de Ermeni kavmini yeryüzünden silmeye çalışan tufan gibi bir olay olarak algılanmasına ve Ermenilerin tarihte iki defa ?yeniden diriliş? yaşadıklarına dair mitlerinin ve imajlarının güçlenmesine neden olmaktadır. Ermeni kimliğinin önemli bir bileşeni ve grup varlıklarının direği, grup olarak paylaştıkları mağdur olma-edilme imajlarına dayalı şemalar ve inançlar kümesidir. Topluluklarının oluşumundan (doğumlarından) bu yana yaşanmış olduğuna inandıkları büyük travmatik olaylar, Ermenileri diğer uluslardan- gruplardan ayırmaktadır. Onlar test edilen, tam yok olmak üzereyken yeniden dirilen ve -başta Türkler olmak üzere- ?öteki?ler tarafından yok edilmeye çalışılan bir ulustur. Mağdur edilen taraf tarih boyunca her zaman onlar olmuştur. Bütün bu imaj ve inançlar Ermeni kimliğini biçimlendiren en belirgin unsurlardır. Bu inançlardan türeyen ?mağdur edilmiş ulus? imajı özellikle Ermeni diasporası ve yöneticileri tarafından canlı tutulmaya çalışılan bir kazanç fırsatı olarak algılanmaktadır.

Ermenistan'ın var olan coğrafi konumu ile jeopolitik, demografik, ekonomik, siyasi ve askerî durumu da bahsedilen ?mağduriyet? algısını pekiştiren bir nitelik taşımaktadır. Ermenistan'ın jeopolitiğini belirleyen etkenler, onun zengin enerji kaynaklarından yoksun bir kara devleti olmasının yanı sıra, güvenlik sorunları yaratabilecek bir unsur olarak etrafını saran komşularının temelde ortak etnik-kültürel kökenden gelen ve kendisiyle ilişkilerinin iyi olmadığı ülkelerden oluşmasıdır. Batısında büyük nüfusu, zengin yeraltı kaynakları ve göreceli olarak daha güçlü ekonomisi olan Türkiye; doğusunda Dağlık Karabağ Bölgesi'nde yaşanan savaşla ilişkilerindeki gerilimin arttığı, ancak doğal kaynakları Ermenistan'a göre daha zengin ve denizde kıyısı olan Azerbaycan; kuzeyinde ilişkilerinin ekonomik alan dışında pek iyi olmadığı ve Ermenistan sınırını siyasi, ekonomik ve tarihsel-kültürel yönden destekçi ülke olan Rusya'dan ayıran Gürcistan; ve güneyinde nüfusun çoğunluğunu Azerilerin oluşturduğu Kuzey İran bulunan Ermenistan, dört taraftan sarmalanmış olmanın güvensizliği içinde, diasporasının gücüne ve etkinliğine bel bağlayarak mağduriyet psikolojisinden kaynaklanan saldırgan politikasına devam etmektedir. Dört tarafında da iyi ilişki kuramadığı ve etnik olarak düşmanlığını yaptığı ülkelerle çevrili oluşu, Ermeni grup davranışındaki zavallılık, mağduriyet psikolojisini pekiştiren ve batıda da bu mağduriyete prim vermeyi arttıran bir etki yaratmaktadır. Özellikle Rusya ile ilişkilerinde ortaya çıkan baba-oğul tarzı bağımlı ilişki bu sarmalanmayla meşruiyet kazanmaktadır. Aralarında tarihsel ve dinsel bağların oluşu Rusya'nın Kafkasya'da bağımsızlaşan devletler arasında Ermenistan'a daha ayrıcalıklı bir yer vermesinin temel nedeni olarak görülmektedir. Bu temelden yola çıkarak Rusya, Ermenistan üzerindeki gücü ile Kafkasya'da ekonomik, siyasi ve askerî etkinliğini sağlamlaştırmaktadır.

Özetle, Ermenistan'ın Türkiye ile yaşadığı sorunda ?kimlik?, önemli bir etmen olarak karşımıza çıkmaktadır. Mağduriyet psikolojisinin etkisinin Ermeni kimliğinde yaratmış olduğu ve tarihsel-kültürel kökleri oldukça eskiye ve derine dayanan ?mağdur ve ezilen? ya da ?korunmaya ve savunulmaya ihtiyacı olan? topluluk-grup-ulus algısı, uluslararası ilişkileri biçimlendirecek boyutta önem taşıyan bir etmendir. Ermeni grup varlığı, varoluş pratiğinde Türkiye'yi ötekileştirip ebedi düşman konumuna koyarak, bu algıyı çatışma yaratan düzlemlere taşımakta ve başta hukuki, siyasi ve ekonomik alanlar olmak üzere pek çok platformda bu duruma meşruiyet aramaktadır.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...