Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır: Hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.
Ara

Psiko-Analiz Neden Gerekli? / Psikolojik Sorunlar

Psiko-Analiz Neden Gerekli?

Kader var mı?
Kaderin varlığını savunduğumu okursa ,bay X bana kızar eminim. Ama yazdıklarımı tamamen okursa belki fikri değişir. Ben kaderin hem var olduğunu ama hem de değiştirilebileceğini düşünüyorum.
Kader var. Çünkü bizim seçmediğimiz bir dünyaya ve insan ilişkilerinin içine doğuyoruz. Miras olarak aldığımız bir genetik yapımız var. Yine miras olarak aldığımız psiko-dinamik bir yapımız var.

Ne ruh dünyamızı ne genetik yapımızı seçme özgürlüğüne sahibiz.
Belki üzerinde düşündükçe ve deneyim kazandıkça içinden çıkıp geldiğimiz dünyanın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.
Çocukken bize bakım veren bir babaanne bizim yaşlılara duyarlı olmamızı sağlayabilir.(böyle sevecen birini tanıyorum)

Çok sevdiğimiz babamızın mesleğini seçmek konusunda istekli olmamızdan daha doğal ne olabilir.(çevrenize dikkatle bakarsanız pek çoğumuzun böyle olduğunu göreceksiniz.)

Lise mezunu bir anneniz olabilir. Ama üniversite bitirmiş babanızdan daha fazla sizin ihtiyaçlarınızı gözetip, daha çok hayatınızda yer alıyorsa, kafanız nasıl da karışır.

(Eğitim şart diyen Cem Yılmaz'ın kulaklarını çınlatalım.)
Aslında biz çoğu zaman fark etmeden kendi dünyamızı tekrar tekrar dış dünyada buluyoruz.

Diyelim ayı ile köpek arası bir canlının varlığı keşfedildi. Biz bu canlıyı köpek veya ayı ya benzeterek algılama, kabul etme eğiliminde olacağız. Belki bu canlı kuşaklar geçtikçe ?dünyamıza? gerçek anlamda,kendisi olarak, farklı bir canlı olarak girecek.

Hayatın ve dünyanın değişkenliğine karşı, yeni olan şeyleri kendi ruhumuza kabul ederken bir sürü süzgeçten geçiriyoruz. Değişimi kabul ediyoruz ama kendimizi değişimin yıkıcı etkisinden de korumaya çalışıyoruz. Bu bizi temkinli yapıyor.

Bir Çinli Türkiye ye gelse veya bir Çad lı Berlin e gitse, bir Eskimo İran a gitse vs vs hemen göze çarpan anlaşılabilen bir kontrast oluşturur. Bu örneklerdeki insanların gittikleri yerlerdeki dilleri de iyi bildiğini varsaysak bile kültürlerinden dolayı ciddi bir farklılık ortaya çıkar. (ör: bir arkadaşım, bayram tatili nedeniyle gittiği Viyana da Macar müzik grubunu izlerken Türklerin, Amerikalıların sıcak tepkilerinden, Avusturyalıların soğuk tepkilerinden söz etmişti. ).Bu göze batan bir farklılık olduğu için anlaşılması da kolaydır. Ama insanların arasındaki kültürel farklardan bence daha derin bir fark oluşturan şey kişilikleridir.

Kişi kendi kültürü gibi kendi kişiliğinin, kendi mikro evreninin de içindedir. İnsanın kişiliğini, insanı uzayda koruyan bir uzay elbisesine benzetebiliriz. Gittiğiniz hiçbir yerde onu kolayca üzerinizden çıkarıp atamazsınız. (Muraşan Mungan üzerindekileri çıkarıp atmak ve başka elbiseler giymek konusunda yetenekli olduğunu söylemişti bir konferansında. Yazar olarak yetenekli olmanın bir koşulu da bu belki)

Kişiliğiniz değişmez. Kişiliğiniz değişen koşullarda size yine bildik eski dünyasını yeniden oluşturtur. Gittiğiniz her yerde aynı tip insanları, aynı tip ilişkileri, aynı tip nesneleri bulursunuz. ?Bir başka ülkeye bir başka denize giderim dedin ... yeni bir ülke bulamazsın başka bir deniz bulamazsın bu şehir arkandan gelecektir..?

Değişmek istersiniz ama hep karşınızda ?kendinizi? bulursunuz.
Daha az yemek yiyip zayıflamak. Daha çok çalışıp derslerinizde başarılı olmak. Kumar oynamayı bırakmak. Çocuklarınızla daha iyi ilişki kurmak, bazı insanlara taviz vermemek vs vs.

Nedense bunlar hep tekrarlar ama siz değişmezsiniz.
Kişinin aynı ?ilişkileri? aynı ?dünyayı ? seçmesinde hiçbir sakınca yoktur. Eğer kendisi de bu durumdan memnunsa. Bunu ?bilinçsizce ? yaşamasının da bir önemi yoktur belki.

Ama ya kişi kendi yaşamından ?memnun ? değilse, ya yaşamını değiştirmek istiyorsa.Veya hayatını allak bullak eden bazı rahatsızlıklardan kurtulmak istiyorsa. Sosyal ortamlarda konuşamamak. Karşı cinsle rahat ilişki kuramamak. Panik ataklar geçirmek.Takıntıları olmak vs vs..

Değişime bir noktadan başlamamız gerekiyorsa, bu bile daha önce bildiğimiz bir nokta olacaktır. Değişimin kendisinin bile kontrollü ve bildik olması için aşırı bir çaba harcarız.

Kendimize bir akapunkturcu, bir falcı, bir dertleşebileceğimiz ?profesyonel? bulup, sorunlarımıza çözüm arayacağız. Aslında kendimiz için iyi bir şey yapacağız. Çünkü hala değişimden uzağız. Kendi bildiğimiz eski dünyamızdayız ve değişim olanaklarını onun kodları içinde arıyoruz. İyi olan bunun bizde dağılmaya yol açmayacağı. Kohut un da vurguladığı gibi belki en temel korkularımızdan bir tanesi dağılma korkusu. İlişkilerimizde güvenli bir yoldan değişim olanağı arayacağız. Veya yukarıdaki benzetmeyi devem ettirirsek, uzayda iken üzerimizden astronot elbisesinin çıkıp gitmesini engellemiş olacağız.

Ama bu güvenli yolun bir sakıncası var. Henüz yeteri kadar cesur değiliz. Yeteri kadar değişime açık da değiliz.

Daha kalıcı bir değişim arzuluyorsanız, daha etkili ve daha güçlü şüphesiz kendinizi daha iyi anlamaya yönelik adımlar atmalısınız.
Bunun en iyi yolu da kendinizi analiz etmek ve mümkünse bir analitik terapi sürecine girmektir.

Analiz sürecinin korkutucu bir yanı vardır. Fazlasıyla irdeleyici, fazlasıyla ?yüzleştirici?dir. Ama biz kişinin iradesini daha fazla kullanmasını hedefliyorsak, kısır döngüleri kırmaktan söz ediyorsak bu yöntemin iyi bir yöntem olduğunu söylememiz gerekir sanırım.
Özellikle 0-6 yaş döneminin önemli olduğunu bugün artık hepimiz biliyoruz sanırım.

Bu daha sonra yaşadıklarımızın önemsiz olduğu anlamına gelmemeli.
9 yaşında felç olmuş bir çocuk için, 9. yıl bütün yıllardan daha önemli olacaktır.

Ego psikolojisi, nesne ilişkileri ve self psikolojisi insan gelişiminde farklı yerlere vurgu yaparlar.

Ama hepsinde ortak olan nokta bazı yaşantılarımızın daha sonraki hayatımızda tekrarlanacağına dair varsayımlarıdır.

Veya tersinden söylersek, şimdi yaşadığımız şeyler geçmişteki yaşantıların bir parça değişmiş ama özünde aynı olan halleridir.
Bu anlamda yaşam geçmişin tekrarıdır.

Ama bu noktada önemli bir şey daha söylemek gerekiyor belki, yaşam geçmişin ?farklı ? bir tekrarıdır.
Yaşamı kaba anlamıyla bir ?tekrar?, ?tekerrür? yaptıran şey nedir?
Bu soruya cevap vermek çok zor.

Belki şu kadarını söylemek doğru olur, içimizde işleyen bir mekanizma ile,
Ruhumuzda oluşmuş geçmiş ilişkileri farkına varmadan (bilinç dışı yollardan) tekrar oluşturuyoruz.

Pavlov'un köpeklerle yaptığı deneylerini bilmeyen yoktur sanırım. Bizim bu ilkel şartlı tepkiyi daha karmaşık bir hale getirdiğimizi düşünelim.
Hayvanlar sembollerin dilini bir ölçüde kullanabilirler.
Hayvanların ?somut? düşündüklerini söyleyebiliriz.
Balıklar plastik bir balığı gerçek bir balık zannederler. Bu şekilde insan tarafından avlanırlar.

Beyaz köpekbalığı foka benzeyen bir halı parçasını fok zannederek saldırır. Vs.
İnsanlar ise benzer durumlarda gerçek olanı oyun (?sahte? olandan)olandan ayırt edebilir.
Ama yine de bu ?sahte? durum insan ruhunda şartlı refleks mekanizmasını harekete geçirmeyi başarır.

Örneğin kuru bir ağaç dalı üzerindeki kuzgunlar çoğu insana ölümü çağrıştırır, ölüm duygusu ise pek çok hüzünlü duyguyu tetikleyebilir.
Lunapark gördüğümüzde neşe, keyif gibi çağrışımlarımız olur.
Pahalı bir araba gücü ve libidoyu sembolize edebilir vs.

Bu örneklerin sadece resimleri bile bizde benzer duygular uyandırır.
Bir aslan videosundaki saldırganlık bizde korku duygusu uyandırabilir.
Davranışlarımızın en temel öğesinin duygu olduğunu söyleyebilirim.
İnsanın uygarlaşma sürecine bakarsanız, duygunun düşünceden önce geldiğini görürsünüz.

Düşüncelerimizi ise duygularımızı yeniden organize etmek ve daha ayrıntılı ve daha iyi ifade etmek için kullanırız.

İnsanın uygarlaşması ile çocuğun büyümesi süreçlerini de birbirine benzetebiliriz.

Çocuğa tuvalet terbiyesi verirken farklı ebeveynler farklı davranırlar.
Bir tanesi korkutucu ebeveyndir. Diğeri akıl ve mantığa dayalı hareket eder. Bir diğeri sevecenliğini ön plana çıkarır.

Her ebeveyn kendisi gibi olur. Çocuğa da bu sırada bir duyguyu yaşatmış olur.

Birinci durumda korku, ikinci durumda kendini yönetememenin onda yaratacağı kaygı, üçüncü durumda büyüklerinin sevgisini kaybetmekten duyacağı kaygı.

Çocuğa yaşattığımız bu duygular karmaşık bir şekilde çocukta kristalize olarak kişiliğinin temel yapısını oluştururlar.

Artık çocuğun elinde ?dış? dünya ile nasıl ilişkiye gireceğine dair bir ?yol haritası? vardır. Bu formüllerdeki kişiler birbirinin yerine geçebilir artık. Babasının yerine müdürü, annesin yerine öğretmeni, ağabeysinin yerine patronu vs vs.

Psiko-analiz ilişkisi bizi kaçınılmaz olarak duyguların kaynağına, çocukluk dönemlerinde oluşmuş bu temel yapıya doğru götürür. Bu yolculuk sırasında yalnızca kuru aklı kuru mantığı kullanamazsınız. Yaşamın canlı yanı ilişki içindeki duygular uyudukları mekanizmaların içinden sahneye çıkarlar. Onların kendimizdeki varlığını görmek hayatımızdaki heyecan verici deneyimlerden birini oluşturur.

Bu ?derin duygular? üzerinde çalışırken, neden sonuç ilişkilerinin sandığımızdan daha farklı yerlerde olduğunu görmeye başlarız. Bu neden sonuç ilişkileri ise bize yeni bir dünyanın kapılarını açmayı vaat etmektedir.

Terapistle kurduğumuz ilişki, bize kendimizi ?gözden geçirme?, ?yeniden yaşama? olanağı sağlayan ?güvenli? bir ilişkidir. Bunu terapist ten başkası da bize sağlayamaz. Çünkü günlük yaşamın kodları içinde böyle bir gerçeklik yoktur.

Benzer durumları yaşarken aslında içinizde o durumu yaratan formülleri, kompozisyonları görmeye başlarsınız. Bir kere bunları görünce de bunları değiştirmeyi tercih edersiniz veya etmezsiniz ...

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...