Bütün insanlar üç sınıfa ayrılmıştır: Hareket ettirilemeyenler, hareket ettirilebilenler ve hareket edenler.
Ara

Psikanalize Nasıl Direniyoruz? / Psikolojik Sorunlar

Psikanalize Nasıl Direniyoruz?

İçeriği iki boyut üzerinden değerlendireceğim. Birincisi, panelin başlığından da anlaşılacağı gibi, Freud'un önemli kavramlarından 'direnç'le ilgili boyut. İkincisi, psikanaliz ile bireysel olanın ötesinde, ancak hala onu içeren, toplumsal ve kültürel düzeyde kurulan ilişki boyutudur.
Başlamadan önce şunu söylemek isterim. Burada söylediklerimde özel bir kişi veya grubu kastetmiyorum. Direncin toplumsal ve kültürel boyutundan söz etmek için yola çıkıp da kendimi veya dahil olduğum toplulukları bu değerlendirmenin dışında tutmak çelişkili olur. Hani bir laf vardır ya 'bu da dahil olmak üzere tüm genellemeler tehlikelidir' diye. Konuşmamın tamamı direncin dik alası olabilir. Bir düzeyde direnç olmayıp, başka bir düzeyde direnç olabilir. Bu böyle olup da ben bunu göremiyor olabilirim çünkü direnç bilinçdışıdır. Psikanalitik ontolojide "direnmiyorum." sözünün arkası görünmez. Orası karanlık bir odadır ve direnç de karanlık odada siyah bir kedi olabilir.
Bu sebeple "psikanalize nasıl direniyoruz ?" diye bir başlık attım. Bu kendimde daha önce bilinçli olmayıp sonra fark ettiklerimle, fark etmeye başladıklarımla, şüphe ettiklerimle ve şeytanın avukatlıklarıyla ilgili bir şey.
Bu noktada bir şey daha söylemek isterim. Direnç, tüm olumsuz çağrışımlarına karşın, baştan aşağıya habis bir olgu değildir. Direncin özündeki eğilim, varlığı oluşturan parçaların bir arada kalma ve dengeyi sürdürme kararlılıklarıdır. Burada söz konusu olan, parçalanma ve dağılma riskine karşı koymaktır. Bu noktadan hareketle diyebiliriz ki, sağlanan her yeni denge ve bütünleşme sonraki süreç için yeniden direnç özellikleri kazanır. İçgörüsel değişim ve bilinçlenme, derinleşme ve genişleme olarak bir sonluluğa tabi değildir. Bu değişim ve bilinçlenmenin menzili ufuk çizgisidir. Psikanalizin bireysel sonuçları ve onun toplumsal yansımaları, psikanalizin başlayış ve bitiş tarihlerini belirleyen parantezlere alınamaz. Bireysel psikanalizde sağlanan ilerleme, bilinçlenme ve değişim zembereğini kurmaktır. Bu zembereğin içselleştirilmiş kurgusu sonraki süreçlerdeki ?direnç-içgörü dinamiği?nin temelini oluşturur. Her bireysel psikanalitik başlangıcın, sadece bu bireysel düzeyde kalmayıp, toplumsal değişim ve bilinçlenme yönünde bir katkı yarattığını ve durağanlığı kırıp, ufuk çizgisine doğru yeniden yola koyulmayı desteklediğini düşünüyorum. Bu yolculuk yeni dirençler ve içgörülere doğru yelken açmaktır.

Direnç
Direnç kavramı Freud'un eserlerinde ilk yazdığı psikanalitik metinlerden başlayarak, her zaman merkezi bir yere sahip olmuştur. Direnç en genel ifadesiyle bilinçdışında olanın bilince gelmeye başlamasına karşı koyuştur. Bu karşı koyuşun net şekillerini psikanalizin belli bir sistematikle uygulanması sırasında tehlikeyi fark eden ruhsallığın direnmesinde görürüz. Direnç bilinçle bilinçdışı arasındaki sınırdan doğar 1.
Psikanaliz ruh sağlığını onarma ve kişiliği geliştirme gibi bir amacı olan bir bilgi ve uygulama bütünü olarak görüldüğü için, buna karşı koyan şeyi, yani direnci, olumsuz bir değerlendirmeye tabi tutmak doğaldır. Ancak direnç bir taraftan da bünyenin kendisini koruma amacını güden yararlı bir olgudur. Direnç bir arada kalma, parçalanmama ve dağılmama gibi amaçlar da gütmektedir. Bu hali ile, bünyenin psikanalizle tanışması ile ortaya bir etkileşim çıkacaktır. Psikanalitik süreç derinleşme ve genişlemeye yönelik bir yöney yaratacaktır. Bünye de buna karşı bir direnç yöneyi geliştirecektir. Ve bu iki yöneyin bileşkesinden bünyenin doğasına uygun bir yapıda ve hızda değişim ortaya çıkacaktır. Bu iki yöneyin bileşkesinin psikanalitik olarak ele alınması direncin değişik katmanlarının uygun bir şekilde çözümlenmesidir.
Sigmund Freud ?Narsizm Üzerine? 2 makalesi ile başlayan dönemde, narsistik oluşumun direnç boyutuna odaklanmıştır. Freud'a 3 göre, insanoğlunun narsizmi bilimsel gelişmelerle üç darbe yemiştir. İnsanoğlu dünyanın evrenin merkezi olduğuna inanırken, bunun doğru olmadığını anlamıştır. Bu kozmolojik bir darbedir. İkinci olarak, insanoğlu hayvanlarla hiçbir bağının olmadığına inanırken, Darwin biyolojik bir darbe indirmiştir. Freud'a göre, üçüncüsü olan psikolojik darbe en yaralayıcısıdır. Psikanaliz bilinçdışının varlığını ortaya koyunca, ego kendi evinin sahibi olmadığını, hatta çoğunlukla evi başkalarının yönettiğini öğrenmiştir. Ego, psikanalizi ve onun getirdiklerini kabul etmemek için elinden geleni yapacaktır. Fransız psikanalist Faimberg 4 bu olguyu narsistik direnç olarak adlandırır ve kaynağını, tümgüçlülüğün çöküşüne engel olma çabası olarak görür.

Toplumsal Düzeyde Psikanalizle Karşılaşma
Son yıllar içinde, ?psikanalizi Türkiye'ye getirmekte neden geciktik ?? sorusunun yanıtını arayan ve tartışan birkaç çalışma yapıldı. İçlerinden en çok katkı sağlayanlarından biri Habip'in 5 bildirisidir. Ben bu sunumda bu sorunun yakın bir yerlerinde yer almakla birlikte, doğrudan ?neden geciktik ?? sorusunun karşılığı ile ilgilenmeyeceğim.
Toplum olarak, meslek camiası olarak, bunların içinde yer alan birey olarak
? Neden geciktik ? ? değil de ?Hala nasıl gecikiyoruz ?? veya ?gidişatımız nasıl ??sorularını sorup aşağıdaki dirençsel olgular üzerinden fikir üreteceğim.
Tekrar ifade etmek isterim ki, aşağıdaki maddelerin her birinde belli bazı katkıları olan birisinin sözleridir bunlar.

Değersizleştirme
Psikanalizin kuramı ve pratiğini kulaktan dolma bir şekilde duyarak onun hakkında fikir üretme ve sürekli saldırma eğilimidir: ?Psikanalizin modası geçmiştir?, ?pozitif bilim değildir?, ?bilimsel geçerliliği olmadığı ispatlanmıştır?, ?şarlatanlıktır?. Bu değersizleştirme iddiasının yanına ?bilimsel? olarak yüceltilen olgular konur: Örneğin, bilişsel psikoloji veya organik psikiyatri. Bu arada kabul etmek gerekir ki, psikanalistler de, psikanalizin ayırıcı tanımlamasını yapmak uğraşında, uzun yıllar, psikiyatri, psikoloji, gelişim bilimleri, vs. ile pek alışverişe girmeyerek psikanalizi yalıtılmış bir çemberin içine almışlardır. Bu sebeple psikanalizin tanınması ve anlaşılmasında sorunlar ortaya çıkmıştır.
Şunu söylemek te lazımdır. Değersizleştirme, direncin en dürüst ifadesidir.

İdealizasyon
İdealizasyonda direncin bir örtü altına girdiğini görürüz. Psikanaliz yüceltilmektedir. O her şeyi çözebilir, o tüm dertlere dermandır. Ona yapılan eleştiriler hiddet uyandırır. Bu direnç türünde de bireylerin psikanalizi tam anlamıyla özümsemiş olmaktan uzak olduklarını söylemek zor olmayacaktır. Psikanalizin sağladığı bakış açısı kendilerine yönelik bir arayışın aracı olacağı yerde, genellikle ?psikanalize saldıran düşmanlar?ın üzerine püskürtülen yorum silahlarına dönüşmüştür.

Din ve Siyasetin Yansımaları
Devalüasyon ve İdealizasyon kamplarının oluşması, toplumsal tarihimizdeki çeşitli kamplaşmaların bir ?yeniden sahneye konması? (enactment) halini almaktadır. ?Yeniden sahneye koyma?lar en güçlü direnç araçlarıdır. Duygu ve düşüncenin çağrışımsal izlerinden bilinçdışına doğru derinleşmek yerine, eylem'de kalınır. Bilinçdışında tutulan olgular, eylem olarak sahneye konur. Ancak zihin bunu okuyamaz. Bu ?sahneye koyma?larda psikanaliz gruplarının liderlerinin aşırı şekilde idealize edildiğini, onlarla bir şeyh-mürid ilişkisinin kurulduğunu, grupların kendi bütünlüklerini korumak için paranoidleştiklerini, mitler üzerine kurulu bir tarihsellik oluşturduklarını, vs. görürüz. Bu mistik ve/veya ideolojik görünümlü direnç, grubun kendisi tarafından bir türlü yorum parantezlerine alınamaz.
Bununla bağlantılı olarak, yorumlamanın kendini doğrulayıcı doğasından kısaca bahsetmek yerinde olur. Psikanalitik yorumlama çoğunlukla ?yanlışlanamaz? karakterdedir. Ve bu hali ile ?yorumlayan?la ?yorumlanan? arasındaki ilişkide bir tür ?kendini doğrulayan kehanet? yaratır. Psikanalizle uğraşan grupların birbirlerini ve psikanaliz-dışı toplulukları yorumlama uğraşları tamamen bu ?kendini doğrulayan kehanet? karakterine büründüğü zaman yukarıda sözünü ettiğimiz ?sahneye koyma?lar etkileşime hakim olur. Yorumlanan ve yorumlayan arasındaki dinamik, ?ikili bir etkileşim?in kıskacına girer ve yorumlamanın en sağlam garantisi olan ?üçüncülük? kaybolur. Yorumlama, yorumlayan ve yorumlananın ikili etkileşimine ?yorumlayanın da etkileşimdeki payını göz ardı etmeyen- ?üçüncülük? pozisyonundan bakmalıdır.
Psikanalizin ülkemizdeki kuruluşu ve kurumlaşması ?bizimkiler? ve ?düşmanlar? kıskacından çıkamadıkça, sakat bir doğum olarak kalmaya yatkındır. Ve bu hali ile, ülkemizde yerleşmeye başlayan psikanaliz bizim yarılmalarımızı bireysel ve toplumsal düzeyde gidereceği yerde, biz onu kendimize benzeterek yardık demektir. Tabii ki bu durum ?kötü bir son? olup bizi umutsuzlaştıracak ve çalışmayı burada bitirecek bir anlama gelirse, direnç kazanmış olur. Şimdi yapmamız gereken bu yarılmaların üstüne çalışmaktır.

Toplumsal Dönüşümün Parçası Olarak Psikanaliz
Çoğunlukla idealizasyonla bağlantılı gelişen bu direnç türünde, psikanalizin Türkiye'ye gelişi, geçen iki yüzyıldaki Batılılaşma, Çağdaşlaşma projesinin organik olamayan ve mekanik kalan doğasına uygun bir şekilde, pragmatik düşünceye aşırı derecede odaklanarak değerlendirilir. Psikanalist olmak, ?IPA üyesi? olmak, enstitü kurmak, en sonunda ?AB'li olmak?, ?batılılaşma diploması? almak gibi görülmektedir. Toplumsal modernleşme alışkanlıklarımızdaki tepeden inmeciliğin buraya yansıması, id'in dinamiklerinden çok ego ve süperegonun öngördüğü ve izin verdiği oranda bir ?bilinçlenme?yi yeterli saymadır.
Bu tür bir dirençte, hem bireysel düzeyde psikanalist olmanın kriterleri, hem de topluluk olarak enstitü olmakla ilgili ölçütler çok somut hallerde değerlendirilir. ?Psikanalizin kaçıncı yılı ??, ?grupta psikanalist sayısı kaç oldu ??, ?kaç tane eğitim analistimiz var ??, ?derneğimizin üye sayısı kaç ?? gibi sorular ve yanıtları sürecin niteliğe dair soru ve yanıtlarının önüne geçer. Bu sorular hiç şüphe yok ki önemlidir. Ancak her şey bu soruların yanıtlarına bağlı olarak görüldükçe ve diğerleri ihmal edildikçe psikanalitik derinleşme ve genişlemenin niteliklerinin yerini yıl ve kafa hesapları almaya başlar.
Bu arada kısaca eğitim analizi kavramına değinmekte de fayda var diye düşünüyorum. Yukarıda sözünü ettiğim mekanik ve şekilsel algılamaların gölgesinin bu kavramın üzerine de düştüğüne tanık olabiliriz. Psikanalist olmak isteyen meslektaşların bireysel analizlerini sadece bir tür eğitim gibi görmeleri önemli bir direnç kayası oluşturabilir. Ünlü psikanalist Greenson ?İmkansız Meslek? makalesinde arkasında gerçek bir acı olmayan analiz talepleri ve takip eden analiz süreçlerinin analizana psikanalizin gerçekte ne olduğunu öğretemeyeceğini söyler.
Çeviri Psikanaliz
Bilinçdışının analizi için öncelikle dilin (lisanın) analizinin gerekli olduğunu hatırlarsak, psikanalizin kökensel olarak, hem ?okuma?da (psikanalizin okunması), hem de ?okunma?da (öznenin analizi), Almanca bir araç olması önümüze bir zorluk koyar. Psikanalizin İngilizce ve Fransızca'ya çevrilme süreçleri bu açıdan önemli sınavlar olmuşlardır. Çevirinin ne kadar belirleyici olduğunu, Anglosakson ve Fransız psikanalizlerinin bugün birbirlerinden nasıl farklılaştıklarını gördüğümüzde daha iyi anlarız.
Ülkemizdeki psikanaliz çeviri etkinliğinin son yıllardaki zenginliğini takdir etmekle birlikte, bu etkinliğin yapısı ile ilgili birkaç dirençsel noktaya dikkat çekmek gerekir. Freud günlük dile yakın yazan bir yazardı. Oysa, Türkçe psikanaliz metinleri (çeviri veya telif) çoğunlukla uydurulmuş bir Türkçe'nin kapalı ve belirsiz ifadelerine bürünmüşlerdir.
Bunun sonucunda, psikanaliz, doktor reçetelerinin okült gizemine benzer şekilde, herkesin anlayamayacağı zorlukta, sadece elitlerin hak ettiği bir kapalı öğretiye dönüşme riskini taşımaktadır. Bu elitizm entelektüel bir renktedir ve az anlaşılan bir dilden konuşur. Psikanaliz bilinçdışının anlaşılmaz dilini çözmeye çalışırken, bu yeni dil önceden anlaşılanları da anlaşılmaz kılar.

Yavuz Erten
Kaynaklar
1 Freud, S. Psycho-Analysis and şe Establishments of şe Facts in Legal
Proceedings, Standart Edition, IX, 1906.
2 Freud, S. On Narcissism: An Introduction, Standart Edition, XIV, 1914.
3 Freud, S. (1917). A Difficulty in şe Paş of Psychoanalysis, Standart Edition, XVII, 1917.
4 Faimberg, H. Narcissistic Resistances to şe Recognition of şe Differences between Generations and Oşerness, 4. PIEE Adaylar Semineri'nde yapılan sunum, 2003.
5 Habip, B. (2004). Psikanalizin Aktarımı ve Türkiye'de Psikanaliz, Gökçe Cansever Sempozyumu- Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan sunum, 2004.

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...