Bu dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Biz onu çocuklarımızdan ödünç aldık.
Ara

Televizyon, Şiddet ve Çocuklarımız / Psikolojik Sorunlar

Televizyon, Şiddet ve Çocuklarımız

Televizyonun çocuklar üzerindeki tesiri nedir? Tv'deki şiddet unsurunun çocukların ruh sağlığına olumsuz tesiri var mıdır? Tv, çocuğun sosyal ilişkilerine nasıl tesir etmektedir? Tv, eğitim aracı olarak kullanılabilir mi? Bu sorulara ve bunlar gibi televizyonla alâkalı bir çok soruya doğru cevaplar bulabilir miyiz? Eğer farklı yaş gruplarına göre, çocukların davranışları ve çeşitli sorulara verdikleri cevaplar iyi analiz edilebilirse, bu konularda tutarlı ve sağlam bilgiler elde etmek elbette ki mümkündür. İşte ülkemizde ve yurt dışında yapılan bazı çalışmaların sonuçları. Bakalım, tatmin edici cevaplar veriyorlar mı?
Nurdoğan Rigel'in araştırması: İ.Ü. İletişim Fakültesi öğretim üyesi olan Nurdoğan Rigel, 5-7 yaş grubu çocuklar üzerinde bir araştırma yaptı. Araştırmasında, 'Haber denince akla gelen imajın niteliği nedir?' sorusuna verilen cevap; % 2 olumlu, % 41 olumsuz, % 46 nötr, % 11 cevapsız biçiminde olmuştur.
Sonuçlar gösteriyor ki, her iki çocuktan biri haberden kötü etkileniyor. Diğer bir ifadeyle gelecek 10-15 yıl içinde yetişecek genç neslin yarısı, dünyayı karamsar yorumlayacak ve gerçeklerden kaçış yolları arayacak demektir.
Bu soruya verilen cevaplar ayrıntılı bir şekilde yaş ve cinsiyet ayrımlarıyla ele alındığında, haber için; 5 yaş grubu çocukların % 50'si "insanların ölmesi", % 50'si ise "tv'de seyredilir" demişlerdir. 5 yaş grubundaki erkek çocuklar ise % 25'erlik dağılımlarla haber denince akla gelen ilk bilgileri şöyle sıralamaktadır: "İnsanların öldürülmesi, kazaların aktarımı, tv'de seyredilir, spikerin okuduğu."
6 yaş grubundaki kızların % 16'sı, erkeklerin % 15'i haberi "savaş" kelimesi ile özdeşleştirmiştir.
Hans Magnus Enznsberger, haber ile şiddet içeren savaş kelimesinin özdeşleştirilmesini "medya transı" olarak tanımlamaktadır.
Medya transı; medyanın özendirici etkisiyle değil, görüntü ile gerçeklik arasındaki kısa devreyle açıklanır. Önde gelen ülkelerde bu kısa devre, şiddete tapınmanın toplumun tüm kesimlerine yayılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Katliam kitle eğlencesine dönüşür. Kiralık katili, adam kaçıranı, seri cinayet işleyeni tv kanalları kahraman yapmak için birbiriyle yarışır.
Bunlar "seyirciden hiçbir şey saklamama", "bütün çıplaklığıyla karşımıza getirme", "cesur provokasyon", "şok olay" diye sunulur. Enznsberger, Guns "N" Roses adlı grubun "Appetite for Destruction" (Yoketme İştahı) adlı ilk albümlerinin 15 milyon adet satmasını da bunlara bağlı olarak, popüler kültürün şiddeti pazarlaması olarak yorumluyor.
Buradan çıkan sonuç: Haber önemli bir mesaj aktarımıdır. Bir hâdisenin haber olabilmesi için de, vuku bulan hâdisede mühim olanı ayıklayarak sunuma hazırlayacak bir kişi olmalıdır. Şiddet, haber niteliği olan bir bilgi ise, şiddeti uygulayan da beraberinde önemli bir iş(!) yapmış oluyor; çünkü haberlerde çıkıyor.
Martin Shaw ve Roy Car Hill'in araştırması: Körfez Savaşı devam ederken İngiltere'de Hull Üniversitesi araştırmacıları Martin Shaw ve Roy Car Hill tarafından yetişkinler üzerinde yapılan bir araştırma, savaş haberlerinin toplumun % 31'ini tedirgin ve huzursuz ettiğini ortaya koymuştur. Araştırmaya katılanların % 56'sı da savaş haberlerinin aile üyelerinin üzerinde olumsuz tesir bıraktığını belirtmiştir.
'En önemli haber nedir?' sorusuna verilen cevap: % 54 savaş-ölüm, % 14 kaza-ölüm, % 32 diğer biçiminde olmuştur.
Burada ortaya çıkan sonuç, yetişkinlerin dünyasına ait olan "ölüm" kavramının artık çocuğun dünyasında yer almaya başladığıdır.
Haberin "satışa çıkarılan gerçek" olduğu ve çocukların da hedef kitle arasında görüldüğü ortaya çıkmaktadır. Maalesef onlara ölüm gerçeği satılmaktadır.
'Haberleri hangi medyadan takip ediyorsunuz?' sorusuna verilen cevap: % 90 tv, % 5 radyo, % 5 gazete biçiminde olmuştur.
'Haber nasıl bir iletidir?' sorusuna verilen cevap: % 49 gerçektir, % 20 güzeldir, % 4 yalandır, % 32 korkutucudur biçiminde olmuştur.
Burada ortaya çıkan en çarpıcı sonuç: Her beş çocuktan biri habere "güzeldir" sıfatını yakıştırırken, şiddet unsurundan hoşlanmaya başladığı ürkütücü gerçeğinin sinyallerini veriyor.
Çünkü tv'nin gramerinden gelen, görsellikle eğlendirme, diğer dizi ve sinema filmlerindeki şiddetin zevk vermesi örgüsünü haberde tekrar ettiriyor. 'Terminatör', 'Rambo' gibi filmlerde filmin kahramanının kötüleri cezalandırması zevkle seyredilmektedir. Aynı ekranda haber bültenlerindeki şiddet unsurlarıyla karşılaşan çocuk, bundan da zevk duymaya başlamaktadır.
Haberlerin etkisiyle başlayan korku, korku nevrozu olarak adlandırılmaktadır. Bunun karakteristik özelliği, belli bir nesneye bağlı olmayan korkulu bekleyiştir.
Korku nevrozuna yakalanan çocuklara sevgiyle yaklaşılmalıdır. Çocuklarımızı tv'ye teslim edip onun verdiği korkunun şiddet olarak geri dönüşünü izlemektense, biraz zaman ve sevgi vererek, gelecek için mutlu bireyler yetiştirme şansını yakalayabiliriz.
'Kimin haberine inanılır?' sorusuna verilen cevap: % 59 tv, % 3 radyo, % 10 gazete, % 13 anne, % 12 baba, % 3 komşu biçiminde olmuştur.
Bu sonuçlar ne kadar düşündürücü, ne kadar çarpıcı ve ne kadar üzücüdür: Çocuk anneyi ve babayı değil tv'yi inanılır bulmaktadır. Annenin ve babanın devreden çıktığı, çekirdek aileyi parçalayan kitle iletişim ortamının merkezinde tv bulunuyor.
'Haberden alınan güzel ileti nedir?', sorusuna her 5 çocuktan biri, güzel haber yoktur cevabını vermiştir. Erkek çocukların % 17'si, kız çocukların % 5'i savaş ve ölüm görüntüleriyle yüklü olan "Bosna-Hersek ve Çeçenistan" haberlerini, güzel haber olarak değerlendirmişlerdir.
Bu durum erkek çocukların giderek şiddet yüklü haberlerden hoşlanmaya başladıklarının ürkütücü sinyallerini vermektedir. Kız çocuklarında ise, erkeklerin aksine, haberlerin etkisiyle çevre duyarlılığının gelişmeye başladığı görülmektedir.
'Tv'yi kiminle izliyorsunuz?' sorusuna verilen cevap: % 7 anne ile, % 9 baba ile, % 62 ailece, % 11 yalnız, % 11 cevapsız biçiminde olmuştur.
Sorumluluk sahibi anneler ve babalar! Tv'nin karşısına kurulup, haberleri seyrediyorsunuz. Ancak, hiç farkına varmadan çocuklarınızı geleceğe korkuyla bakan, şiddeti ve saldırganlığı benimseyen, tv'yi anne ve babalarından daha güvenilir bulan insanlar hâline getiriyorsunuz. Meselenin en çarpıcı yanı ise, çocuğun bu duruma kendi tercihinin bir sonucu olarak değil de, ebeveyninin tercihiyle düşmüş olmasıdır. 'Tv'yi kiminle izliyorsunuz?' sorusuna çocukların % 62'si "ailece" diye cevap vermişlerdir. Yani çocuklarımızı menfî etkileyen tv silâhının tetiğini kendimiz çekiyoruz.
Peki bu cihazın hiç mi faydası yok?
Wilbur Schramm, Jack Lyle, Edwin Parker'ın araştırması: 1960 yılında Wilbur Schramm, Jack Lyle, Edwin Parker tarafından çocukların tv kullanımıyla ilgili olarak, Amerika'da büyük bir araştırma yapılmıştır. Ortaya çıkan sonuç: 13 yaşına kadar tv çocuğun zekâsının gelişimine katkı sağlıyor, ancak 13 yaş sonrasında tv kendini tekrara düştüğünden dolayı zekâyı olumsuz etkiliyor.
W. Schramm ve arkadaşlarının araştırması: W. Schramm ve arkadaşları, çocukların sosyal ilişkilerinin tv seyretmekle artıp artmadığı konusunda bir araştırma yaptılar. Araştırmaya göre, anne ve babalarıyla anlaşmazlığı olan çocuklar tv seyrederken bunları unutmaya çalışıyorlardı. Araştırmacılar anlaşmazlık, tv seyretme ve saldırganlık arasında üçlü bir bağ olduğu sonucuna vardılar. Anne ve baba ile anlaşmazlık ne kadar şiddetli olursa, saldırganlık o derece yükseliyordu. Buna bağlı olarak da tv'deki fantezi programlarını daha fazla seyrediyorlardı.
Albert Bandura deneyi: 1961'de Albert Bandura ve arkadaşları tarafından yapılan deney, tv'de şiddeti gören çocuğun saldırganlığını artırıp artırmadığını ortaya koydu.
Bu deneyde çocuklar bir yetişkini, basit oyuncaklar ve şişirme bir bebekle oynarken seyrettiler. Deneysel koşullardan birinde, yetişkin yaklaşık bir dakika için basit oyuncakları toplamakla işe başladı. Sonra dikkatini şişirme bebeğe çevirdi. Bebeğe yaklaştı, onu yumrukladı, ağaç bir çekiçle ona vurdu, havaya fırlattı ve odanın içinde orayı burayı tekmeledi. Bütün bunları yaparken de "kır burnunu, vur başına, al sana" diyerek bağırdı. Çocukların gözleri önünde bu davranışları yaklaşık 9 dakika sürdürdü. Diğer bir durumda, yetişkin sessizce diğer oyuncaklar üzerinde çalıştı, şişirme bebekle ilgilenmedi.
Bir süre sonra, her çocuk şişirme plâstik bebeği de içeren bir dizi oyuncakla 20 dakika yalnız bırakıldı. Yetişkini saldırgan davranışlarda bulunurken seyreden çocukların, onu diğer oyuncaklar üzerinde sessizce çalışırken seyreden gruptaki çocuklardan çok daha saldırgan davrandıkları görüldü. İlk grup, bebeği yumrukladı, tekmeledi, hırpaladı ve saldırgan yetişkinin söylediklerine benzer saldırgan yorumlarda bulundu. Bu çocukların, saldırmaya, deney öncesinden daha eğilimli oldukları açıkça ortaya çıktı. Taklit süreci içinde daha fazla saldırgan davranış gösteriyorlardı.
Sharon Lovery, "eğer tv seyircisi bir modeli çekici bulursa, ya da aynı model gibi olmak isterse, modeli tümüyle kendi kimliğine monte ediyor" diyor.
W. Schramm, çocukların belli karakterlere benzemeye daha istekli olduklarını, ister kurgu, ister gerçek olsun, çocukların bir modeli zihinlerinde saklayıp ileri yaşlarda bile tekrarlayabildiklerini ortaya koydu.
Leonard Berkowitz, Aristo ve Freud tarafından kullanılan 'caşarsis' (arınma) kavramını, çocukların tv'deki şiddeti seyrederek şiddet duygularından arınma süreci olarak kullandıysa da bu tez çok fazla taraftar bulmamıştır.
İngiltere'deki yatılı bir okulda yapılan araştırma: İngiltere'deki yatılı bir okulda, 13-16 yaş grubundaki öğrenciler iki gruba ayrılarak, birinci gruba 15 gün süreyle komik ve sosyal içerikli filmler seyrettirilmiş; ikinci gruba ise bol şiddet içeren filmler seyrettirilmiştir. Yapılan testlerin sonucuna göre, birinci grupta hoşgörü, tartışma, iletişim ve gülme düzeyi; ikinci grupta ise sözel ve fiziksel saldırganlık düzeyinin yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, "şiddet ve cinsellik içeren filmleri seyreden çocuklarda korku olabilir, akılları karışabilir" diyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel, "şiddet ve cinsel içerikli filmler çocukları olumsuz etkileyebilir. Cinsellik çağına gelmiş çocuk bu tür filmleri izledikten sonra daha saldırgan olabiliyor" demektedir.
Anneler, babalar! Tv'nin karşısına kurulup, gayesizce kanal kanal dolaşmayın. Tv dergilerinden, ya da gazetelerin tv sayfalarından çocuğunuzun seviyesini de gözönüne alarak, seyredilmeye değer bulduğunuz programları belirleyin ve yayın saati gelince ekranın karşısına geçin. Sakın çocuğunuzun tepki verip vermemesine aldanmayın. Çocuğun karakteri aşağı yukarı ilk 3-5 yılda şekillenir. O etrafında olup biteni hafızasına çok iyi kaydeder. Bu münasebetle, "Çocuklukta öğrenilen mermer üzerine kazı, yaşlılıkta öğrenilen buz üzerine yazı" denilmiştir.
Daha az tv: Büyükler, kendilerinin tv karşısında geçirdiği zamanı kayıp olarak görmese bile, çocuklarının tv karşısında yitirdiği zamanı problem olarak görüyorlar. Diğer bir ifadeyle, anne ve babalar tv'yi kendileri için bir hak, çocukları için, onları ders çalışmaktan alıkoyan bir engel olarak görüyorlar.
Anne ve baba saatlerce tv seyretsin; çocuklar ise oturup ders çalışsınlar, kitap okusunlar, zihin ve beden gelişimlerine katkı sağlayacak faaliyetler yapsınlar. Kim istemez bunu. Pek çok aile böyle bir tablonun özlemini duymaktadır.
Başarısına katkı sağlayan, ya da menfî tesir uyandıran unsurların bilincinde olan bir çocuk için söz söylemeye gerek yok. Üzerinde durulması gerekenler ise, asgarî bilinç düzeyine ulaşamamış çocuklar; yani tv bağımlısı çocuklar.
Tv bağımlısı bir çocuğu, tv'den nasıl kurtarırsınız? Ya büsbütün tv seyretmeyi yasaklarsınız, ya da bilinçli bir programla çocuğun tv bağımlılığını azaltırsınız.
Birinci alternatifi seçtiğinizde, göğüslemeniz gereken bir çok sıkıntı söz konusudur: çocuğun küsmesi, buna bağlı olarak derslerine ve diğer işlerine karşı ilgisiz davranması, tv seyretmek için hiç istenilmeyen mekânlara kaçamak yapması gibi.
İkinci alternatif pedagojik bakımdan en doğru olanıdır. Ancak, bu yolla sonuç almanız; bilinçli, sabırlı ve inandırıcı olmanıza bağlıdır. Bunun için şunların yapılması gerekir:
*Çocuk bilimsel sonuçları kavrayabilecek yaştaysa, onunla tv'nin menfî tesirleriyle ilgili tespitler tartışılmalıdır. Yaşı tartışmaya uygun olmayanlar ise ikna edilmelidir.
*Önce, çocuğun seyrettiği programlar ve yayın saatleri belirlenir. Çocuğun seyrettiği programların günde dört saat tuttuğunu varsayalım. Çocuğa günde üç saat tv seyredebileceğini söylemelisiniz. Böylece, hangi programın seyredilmesinden vazgeçildiği bilinmeli; o vakitte alternatif bir faaliyet düşünülmelidir. Alternatif faaliyet, Edward de Bono'nun 'Düşünce Gücü' adlı kitabında anlatılanlar gibi, düşünme kabiliyetini artıran oyunlar olabilir. Kitap okuma, resim, müzik, spor, gezi gibi bir çok alternatif düşünülebilir.
*İkinci hafta, çocuğa günde iki saat tv seyredebileceğini söylemelisiniz. Böylece, hangi programın seyredilmesinden vazgeçildiği bilinmeli; yine, o vakitte alternatif bir faaliyet düşünülmelidir.
*Çocuğun, bir günde bir saat kadar tv seyretmesi kabul edilebilir. Bu süreyi kabullenene kadar çocuk, çok iyi kontrol edilmeli ve çok samimî davranılmalıdır. Alternatif faaliyetler ihmal edilmemeli ve arzu edilen sınırlamalara uyulduğu ölçüde mükâfatlandırma yoluna gidilmelidir.
Kaynaklar
- Hans Magnus Enznsberger, İç Savaş Manzaraları, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995.
- Nihat Kaya, Depresyon ve Panik, Nesil Yayınları, İstanbul, 1998.
- Nurdoğan Rigel, Haber, Çocuk ve Şiddet, Der Yayınları, İstanbul, 1995.
- Lee Canter, Televizyon Bağımlısı Çocuklar, HYB Yayıncılık, Ankara, 1998.

Hüseyin Tobi

Okunma Sayısı: 0  / Yorum Sayısı: 0
Bu yazıya daha önce yorum yapılmamış ?
Yorum
Üye olmak için tıklayınız...